Rss Feed

  1. KİTAP ÖZET FORMU





    KİTABIN ADI GÖNÜLÇELEN KİTABIN YAZARI J. D. SALINGER YAYIN EVİ VE ADRESİ CAN YAYIN EVİ BASIM YILI 1990



    1.KİTABIN KONUSU:



    Ergenlik çağının içinde, yetişkin dünyanın düzenine karşı isyankar bir çocuğun, bir Noel öncesi başına gelenleri konu almıştır yazar.





    2.KİTABIN ÖZETİ:



    Kitap Noel’de Holden’in başına gelen olayları anlatmaktadır. Pencey Hazırlık’tan ayrılmasıyla başlar olaylar, ingilizce hariç tüm derslerden sınıfta kalmış ve atılmıştır Holden. Okuldan ayrılırken ve eve dönüş younda başına gelmedik şey kalmaz. Kaldığı odanın yanında Ackley adında sevimsiz, pislik, düzensiz bir çocuk vardır; oda arkadaşı ise Stradlater denilen yakışıklı, kendini beğenmiş, kızlardan başka işi olmayan düzenbaz bir çocuktur. Bu çocugun bir geceyi Holden’in eski evden tanıdığı bir kızla geçirmesi sonucu ikisi fena kapışacaklardır ve o gece Holden Pencey’i terk edecektir.



    New York’a gider Holden, daha tatil başlamadığından eve gidemez, ailesinin tepkisini cekmek istememektedir,bu atıldığı dördüncü okuldur ve aslında ailesinden çekinmektedir. Noel tatiline kadar dışarıda gezmeyi planlar ve bir otele yerleşir cebinde yüklü bir para bulunmaktadır ama pek düzenli ve sorumluluk sahibi olmadığından bu parayı savura savura bitirecektir. Otel odasında cüzdanında okulda birinden aldığı bir hayat kadınının numarasını bulur ve can sıkıntısından kadını arayıp buluşmak, en azından bir şeyler içmek ister ama bunu beceremez. Yaşının küçük olması başına büyük sıkıntılar getirmiştir Holden’in, o gece canı çok sıkkındır. Lobide üç kız görmüştür onların yanına gidip sohbet konusu bulduktan sonra hepsiyle dans eder otelden ayrılıp bir piyanisti dinlemeye bir bara gider. Güzel dans etmesini becerir Holden yakışıklı ve uzun boyludur fakat yaşının küçük olması ve geçirmekte olduğu ergenlik dönemi ve buna bağlı olaak yaşadığı ilişkiler sıkıntıya sokmaktadır kendisini. Gitttiği bar rahatça içki içebildiği ender yerlerdendir, fakat orada ağabeyi D. B.nin eski sevgilisini görmesi üzerine gecesi mahfolur ve orayı terkeder. Bu kızın yapmacık tavırları sinir etmektedir Holden’i.



    Otele geri döndüğünde asansörde görevli olan Maurice ile karşılaşır. Maurice ona bir geceliğine, belirli bir ücret karşılığı bir kız ayarlayabileceğini söyler. Holden kabul eder ama sonradan pişmandır buna ama artık iş işten geçmiştir. Kız odasına geldiğinde yatmaz kızla, aralarındaki çok kısa olan diyaloğu sekse çevirmeği uygun bulmaz, ücretini ödeyip kızı geri gönderir fakat sonradan gelecek olan Maurice ile başı büyük derde girer ve ağır bir dayak yer.



    Bu olaylar üzerine ertesi sabah otelden ayrılır. Sally ile buluşmaya karar verir, telefon edip eski kız arkadaşı olan bu kızla buluşmayı becerir. Kızı beklerken iki rahibe ile tanışır, mutluluğun simgesidir bu iki rahibe kendisi için ve bunlara cebindeki paradan yüklü bir miktar verir. Sally ile buluşunca bir oyuna giderler. Holden oyun ve filmlerden nefret eder aslında oyuncular doğal olmadığından, rol yaptıklarından sahtekarlardır hepsi, ağabeyinin bile Hollywood’da filim senaryosu yazmasından hoşlanmaz. Ama Sally’i bu yolla ikna etmiştir buluşmaya ve bir oyuna giderler. Oyunda Sally, Holden’in nefret ettiği, eski bir erkek arkadaşını görür ve beraber dolaşırlar. Bunun üzerine Holden gittikleri buz pateni sahasında Sally ile fena takışacak ve bir daha görüşmeyecektir.



    Ayrılınca bir bara gidip felaket sarhoş olur ve kız kardeşi Phobe ile konuşmak için eve kaçak olarak girmeye karar vermiştir, ayrıca parasızlık da eve gitmesini gerektirmektedir. Phobe ile konuştuktan sonra ailesine görünmeden evden kaçar. Öğretmeni Bay Antoli’nin evine gidip geceyi orda geçirir. Ertesi sabah, bu ögretmeninin sapıkça tavırlarından rahatsız olduğu için orayı da terk eder.



    Noel’e iki gün kalmıştır, Phobe’den aldığı parayı da harcamak istemez Holden, birkaç uçuk fikirle Phobe’ye bir not bırakır ve son kez görüşmek için onunla buluşur. uzaklara gitmeyi planlamıştır. Fakat Phobe ile buluştuğunda ikisinin fikirleri uyuşmayınca eve dönüp bu çılgın maceraya son vermeye karar verir.



    Evde hasta olarak bir dönem yatacaktır Holden, yeni bir okula başlayacaktır. Ergenliğin verdiği bu çılgınlık onda bir hastalık halindedir ve bir içki içmeye yetmeyen yaşı, duygusallığı ve hayalleri ile olgun dünyayı sorgulamaya devam edecektir.





    3.KİTABIN ANAFİKRİ:



    Ergenlik döneminin getirdiği düşünceler, bu düşüncelerin olgun dünyayı sorgulaması ve ikisinin arasındaki anlaşmazlıklar tema olarak işlenmiştir.





    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:



    Romanın her doneminde yeni karakterler çıkmaktadır karşımıza bunlardan birkaçını ele alalım:



    Holden Caulfield: Baş kahramanımız olan bu genç çocuk ergenlik döneminin getirdiği sorunlarla boğuşan, kendi dünyasında kendi kurallarıyla yaşayan, sorumsuz, düzensiz, palavracı fakat sevilen bir karakterdir.



    D. B.: Holden’in ağabeyidir. İyi bir yazardır kendisi. Hollywood’da filim ve kitap yazmakta ve köşeyi dönmektedir.



    Ackley: Holden’in nefret ettiği yan oda arkadaşıdır. Düzensiz, pislik, pasaklı ve sevilmeyen bir tiptir fakat Holden onun özlemini çekmektedir.



    Phobe: Holden’in kız kardeşidir. Çok zeki bir kızdır, Holden ile araları çok iyidir, kızın zekiliği ve yaşından öte olan davranışları Holden’in çok hoşuna gitmektedir.





    5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Yazar olayları bir çocuğun ağzından ele almayı çok iyi becermiştir. Onun ruh halini okuyucuya tam anlamıyla vermektedir. Her okuyan kendinden bir parça, belki de kendini tümüyle bulacaktır bu kitapta. Ve bence çoğu kişinin sandığı gibi kahramanımız Holden deli falan değildir. Her çocuğun yaşadıklarının gizlenmemiş halini yansıtır bize.







    6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:



    J. D. Salinger (Jerome David Salinger), 1 Ocak 1919’da New York’da doğdu. Manhattan’da, bir “modern klasik” sayılan tek romanı The Catcher in the Rye’daki (1951) Holden Caulfield’ın çocukluğuna benzer bir çocukluk geçirdi. 1934-36 arası Valley Forge Askeri Akademisi’ne, 1937-38 arası Ursinus College ve New York Üniversitesi’ne gitti; 1939’da Columbia Üniversitesi’nde yazı derslerine katıldı. 1941-48 arası Colliers, Esquire ve Cosmopolitan gibi şık dergilerde yirmi öykü yayımladı, ancak 1954’ten beri bunların yeniden yayımlanmasına izin vermiyor. (Yine de 1974’te korsan bir basın yapıldı.) Zen-Budizm öğretisinden etkilenen Salinger, bunu yazdıklarına da yansıttı. “Yeni dönem” öykülerinden oluşan Nine Stories 1953’te yayımlandı.



    1950’lerin ikinci yarısından itibaren New Yorker’da yedi tuhaf kardeşli Glass Ailesi’nin birbirine bağlı uzun öykülerini yayımlamaya başlayan Salinger, bu öykülerinin ilk ikisini Franny and Zooney adıyla 1961’de, sonraki ikiliyi ise Raise High the Roof Beam, Carpenters and Seymour: An Introduction adıyla 1963’te kitaplaştırdı. Glass ailesine ait son öykü “Hapworth 16,1924” ise New Yorker’ın 16 Haziran 1965 tarihli sayısında kaldı.



    Salinger, 1963’ten beri yeni bir kitabı çıkmamasına ve neredeyse efsane haline gelmiş bir gizlilik içinde yaşamasına karşın, dünya edebiyat gündemindeki yerini hep koruyor.







    HAZIRLAYANIN :





    İMZASI :



    ADI VE SOYADI :Can AKIN




  2. KİTABIN ÖZETİ :



    Yakın tarihimize bir ışık tutmak maksadıyla Kazım KARABEKİR ’in varisleri tarafından onun notlarının toparlanmasıyla meydana gelen bu eser yakın tarihimizle ilgili bilinmeyen tartışmaları gözler önüne sermiştir.



    Kazım KARABEKİR 1939 yılından 1946 yılına kadar olan zaman içerisinde, T.B.M.M. içerisinde olan tartışmaları gözler önüne sererken, 2 nci Dünya savaşına girilip girilmeyeceği, girilecekse kimin tarafında olunacağı, büyük Dünya devletlerinin tarihinden gelen emellerini , bunları 2 nci Dünya savaşı ile nasıl gerçekleştirmek istediklerini, bu emellerden Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl ve ne kadar etkileneceğini anlatmaya çalışmıştır.



    Türkiye Cumhuriyeti’nin bulunduğu coğrafi konumun yanında, Türk milletinin tarihten gelen savaş tecrübesi, askeri alanda gösterdiği başarılar ve beraber savaşa girdiği müttefiklere verdiği sözleri tutma gibi özelliklerini bilen devletlerin kendi emellerini gerçekleştirmek maksadıyla, Türk milletini kendi saflarına çekmek için sarf ettikleri çabaları göreceğiz. Ayrıca, yazar eserinde tek partili sistemin demokratik sistem içerisinde yeterli doyumu sağlayamadığının, iktidar partisi içerisinde ele alınan konulardan partinin görüşülmesini istediği konuları meclise aks ettirdiğini, bu durumda meclisin ve kamuoyunun olayların gidişatında yeterince bilgilerinin ve etkisinin olmadığının altını çizmiştir. Bu eserde anlatılan dönemi iyi anlayabilmek için dönemin daha öncesine gidip olayları incelemek , dünya devletlerinin emellerinin ne olduğuna bakmak gerekir.



    2 nci Cihan harbinin ortaya çıkmasında etkili olan devletlerden biri de Rusya ‘dır. Öncelikle Rusya’nın tarihten gelen emelleri nelerdir onlara bakalım. Rusya Balkanlarda, siyasi ve askeri çıkarlarını elde etmek, sonra Kars Yaylası’na yerleşmek ve buradan da boğazlara hakim olup sıcak denizlere açılmayı istemektedir.



    Çarlığın, bu amaçlı istila siyaseti iki devreye ayrılır. Birincisi Almanların, Avusturya etrafında, ikincisi Almanların, Prusya etrafında toplanma zamanıdır. 1 nci Devrede Ruslar, İngiliz ve Almanlarla müşterek çalışmışlardır.2 nci devrede ise Almanlar, Rusları olduğu kadar İngilizleri de korkutmuşlardır. Daha sonra Kırım Harbinde Ruslar mağlup olunca Orta Asya’ ya döndüler, “ Boğazların anahtarı Asya steplerindedir” dediler. İlerleyen yıllarda Ruslar Almanlarla tek başına mücadele edemeyeceğini anlayınca, 1907’de İtilaf Üçlüsünü kurdular. Almanya’nın en büyük ideali ise Alman birliğini kurduktan sonra deniz aşırı ülkelere açılmaktır. Bunu küçük devletleri ele geçirmek veya müzahir yerleştirip, oraları Almanlaştırarak gerçekleştiriyorlardı.



    Dünya devletleri kendi emellerini gerçekleştirmek uğruna düşman gördükleri ülkelerle dahi anlaşmaya gitmekten çekinmemişlerdir. Büyük devletlerin tarihten gelen emellerini gerçekleşmesi uğruna küçük devletlere dost gibi görünüp onlardan yana bir takım anlaşmalara imza atabilirler, buna rağmen tek amaçları büyük ideallerini gerçekleştirmektir. Bu idealleri uğruna devletlerle gizli anlaşmalar yapmışlardır. Bu gizli anlaşmalar 2 nci Dünya Savaşı’nın başlama anına kadar devam etmiştir. Oluşan Almanya – İtalya – İngiltere – Fransa cephelerine karşı kimlerin onların yanında savaşa girmesi gerektiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin savaşa girip girmemesi, girerse kimin tarafında olması gerektiği tartışmaları son ana kadar devam etmiştir.



    Savaşa girip girmeme ve yahut kimin tarafında girmesi gerektiği tartışmalarına etkisi olan sebeplerden biri de devletler arasındaki ikili anlaşmalardır. Örneğin Türkiye Balkan Paktı’na imza atmıştır. Rusya ile de yapılan anlaşma gereği 2 ülkeye hudut olan devletlerle herhangi bir anlaşmaya gitmeyeceklerdir. Bu durumda Rusya, Bulgaristan’a saldırırsa ne gibi siyaset izlenmesi gerekir .Türkiye Cumhuriyeti Akdeniz’de çıkarları doğrultusunda İtalya ile savaşa girerse müttefiki Almanya ile de savaşacak mıdır? Bu gibi konuların T.B.M.M.‘de tartışılıp karara varılması gerekiyordu. Almanya’nın, İtalya konusunda taahhüt vererek, kendi yanlarında savaşa girmemizi istemeleri, kamuoyunda, Almanya ile savaşa girilmesi üzerinde ağırlık kazanmıştır.



    Rusya ile İtalya ,İngiltere – Fransa – Almanya arasında patlak veren savaşa hemen girmeyip kendi menfaatleri için daha faydalı olacak zamanı beklemişlerdir.



    T.B.M.M.’de Kazım KARABEKİR ve bir grup milletvekilinin görüşleri şöyleydi. Büyük dünya devletleri, büyük ideallerini gerçekleştirmek için küçük devletlere dost görünürler. Onların bu amaçlarının bir aracısı olarak savaşa girmenin hiçbir mantığı olmadığıdır. Savaşa girilecekse bunun tek sebebi vatanı savunmak olmalıdır. Büyük devletlerden gerekli yardım, savaş başlamadan önce alınıp gerektiğinde vatan savunması için kullanılması lazım gelir.



    Harpte seferberlik ilan edildiğinde hep beraber, ayrım gözetmeksizin zengini, fakiri, adaletli bir şekilde vatan savunması için üzerine düşen görevi gerçekleştirmesi gerekir. Kazım KARABEKİR Paşa’ nın düşüncelerine göre, 2 nci Cihan Harbinde, asıl olan mesele; savaşın nasıl yönlendiği değil Türk milletinin emniyeti ve istiklalinin muhafazasıdır. Savaşta yapılması gereken şunlardır: Ruslarla gerektiğinde savaşmaktan kaçınmayacağımızı göstermek, sosyal yardıma hız vermek ve haksız zenginliği önlemek kadar haksız zarureti de önlemek gerekmektedir . Cephede ve cephe gerisinde, savaşın ağır şartlarını her Türk’ün eşit oranda paylaşması gerekir. Sulh zamanında savaş ekonomisinin esaslarını yerine getirmek gerekir. Kaynakların ve stokların savaşa göre hazır tutulması gerekir.



    Kazım KARABEKİR Paşa , dönemin hükümetine getirdiği eleştirileri eserinde şöyle sıralıyor: Seferberlik halinde iken ordumuzun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla her şey vesikaya bağlanıyor. Fakat Fransa’da ekmeğin lokantalarda yüksek fiyatlarla satılması önlenemiyor, halk savaşa girmediği halde arpa karışımı ekmeği vesika ile alırken imtiyazlı insanlar Fransa’da ekmeklerle köpeklerini besliyorlar. Tam bu ortamda Yunanistan’a İsmet İnönü’nün emriyle 60 ton buğday satılıyor .Bu da hudutlarda daha sonra açlık baş göstermesine neden oluyor. Kısacası halk savaşa girmediği halde savaşa giren ülkelerden daha fazla savaştan etkilenmiştir.



    İngiliz sefiri, zamanın dışişleri vekili Şükrü SARAÇOĞLU’na Almanlarla siyasi, iktisadi ilişkilerin kesilmesini istediklerini bildiriyor. Şükrü Saraçoğlu, buna savaşa girmemizi isteseydiniz daha iyi olurdu diye cevap veriyor. Bu savaşa girebilecek durumda olduğumuzu gösteren bir cevaptır. Oysa Kazım KARABEKİR Paşa önderliğinde bir grup milletvekili savaşa girmememiz gerektiğini düşünüyor ve nedenlerini şöyle sıralıyor; Almanlarla 1 nci Cihan Harbinde Ruslara karşı savaştıktan sonra şimdi Ruslarla, Almanlara karşı savaşmanın anlamını halkta dahil olmak üzere kimse çözemiyor. Halk arasında barış zamanında yeterince hazırlık yapılmadığı için tüm yurdun elden gitmesi ve yok olması endişesi vardır.



    08.06.1942 günü Seyfi DÜZGÖREN, Recep PEKER gibi vekiller savaşa girmemiz gerektiği yolunda teklif verdiler. Bu teklif grubunda kabul olundu, fakat Kazım KARABEKİR ve aynı düşüncede olan bir grup milletvekili ağır tenkitleri sonucunda Almanlar sebebiyet vermedikçe savaşa girilmemesi konusunda teklifte bulundular. T.B.M.M.’nde bu teklif kabul edildi.



    03.04.1943 günü İsmet İnönü-CHURCILLE müzakere yapmak için Kahire’ ye gider. Aynı gün Kazım KARABEKİR Paşa savaşa girilmesi şart ise sıcak savaş yerine müttefiklere asker göndermeyi teklif ettiler. Yakın tarihimizde meydana gelen olayları günümüze kadar ulaştıran bu eserler, tek partili sistemin demokratik hayat içerisinde ne kadar yetersiz kaldığını gözler önüne sermektedir.







    HAZIRLAYAN PENAH REHİMOV APOLET NO. 1724 KISIM 15






  3. KİTAP ÖZET FORMU







    KİTAP ADI : Handan



    KİTABIN YAZARI : Halide Edip ADIVAR



    YAYIN EVİ VE ADRESİ : Atlas Kitabevi Narlıbahçe Sok. 9 No:1 Cağaloğlu /



    İSTANBUL



    BASIM YILI : Nisan 1995





    1.KİTABIN KONUSU : 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan bir ailenin çok değerli, akıllı, sevimli bir kızının çileli hayatı ve onun çevresindeki insanların ondan etkilenip birbirine yazdıkları mektupları içeren bir kitap





    2.KİTABIN ÖZETİ : Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızı Neriman ile evlenecektir. Neriman Cemal Bey’in kızlarıyla yaşıttır ve onlarla büyümüş, alafranga bir çocukluk geçirmiştir.





    Ailenin ayrıca Handan adında bir kızı vardır. Herkesin gözbebeği olan Handan, insanları çok çabuk etkileyebilen, kendisini sevdiren bir kızdır. Neriman’la kardeş gibi olan Handan, Nerman’ı küçüklüğünden beri yetiştirmiş, onu benliği altına almış gibi etkilemiştir. Neriman onun uğruna herşeyini verecek, ölümü bile göze alabilecek durumdadır.





    Evlilik zamanı Handan, kocası Hüsnü Paşa ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Handan, gençliğinde Nazım adlı birisini sever ama Nazım sosyalist birisidir. Onun ideallerini ve amaçlarını kendisinden üstün tutup daha çok seveceğini düşünen Handan, Nazım’ın evlenme teklifini reddeder ve Hüsnü Paşa ile evlenir. Nazım bu olay üzerine kendini asar ve sorumlusu olarak Handan’ı gösteren bir mektup bırakır. Handan, bu olaydan dolayı kendini hiç affetmez ve Hüsnü Paşa ile olan evliliği hep sorunlu gider. Zaten Hüsnü Paşa’da onu sadece birkadın olarak sevmekte, sık sık metres bulup değiştirmektedir. Ayrıca bunları Handan’a rahatça söyleyebilmekte ve onların ne kadar güzel olduklarını anlatabilmektedir. Herkes tarafından ölürcesine sevilen Handan, önceleri buna dayanır. Hayatını sevmediği Hüsnü Paşaya adar. Onunla olan sorunlarını kapatmaya çalışır ve evliliğini sürdürmek için elinden geleni yapar. Fakat bu çabası onun gençliğini alır. Sonunda üç aydır ondan ayrı yaşayan Hüsnü Paşanın gönderdiği ağır ithamlarla dolu olan mektubu okuyunca beyninden gelen bir sorunla hasta olur. Hafızasını kaybetmiş, eskiden kalan hiçbirşeyi hatırlayamaz olmuştur. Ona hastalığı boyunca çok sevdiği Neriman ve kocası Refik Cemal bakar. Hüsnü Paşa ise yurt dışında metresleri ile eğlenmektedir. Bu olay onu pek ilgilendirmez. Neriman hamile olduğu için Refik Cemal onunla kalır ve Handan iki üç ay İtalya’da konsultasyonlara tabii kalır. Yanında sadece Refik Cemal ve bir hastabakıcı kalır. Handan, bu süre zarfında Refik Cemal’e aşık olmuştur. Ayrıca Refik Cemal’de ona delicesine severek vurulmuştur. Ancak evli olduğu ve karısını da çok sevdiği için ızdırap duyar, kendisini yer bitirir. Bir süre sonra Handan’ın hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Canından çok sevdiği Neriman’ın kocasına, Refik’e aşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.







    3.KİTABIN ANA FİKRİ : İnsanların ne olduğu değil, seni sevip sevmediği onemlidir. Eğer ki seni seveni seviyorsan ona karşılık ver ve mutlu ol. Ama sadece düşüncelerinden dolayı seni seveni reddedersen ve seni sevmeyene gidersen çok acı çekeceğin kaçınılmaz bir durum olur.







    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:





    A) HANDAN : Çok akıllı,güzel,okumayı seven,insanları kolayca etkileyebilen,alafranga bir hayat yaşamış,sabırlı ve duygusal bir insandır.





    B) REFİK CEMAL: Kültürlü,utangaç ,karısını çok seven birisidir. Ama sonradan Handan’a aşık olmuştur.





    C) NERİMAN : Güzel,vefalı,çok kültürü olmayan,Handan’ı çok seven ve sadakatli,kitap okumayı sevmeyen birisidir.





    D) HÜSNÜ PAŞA : Kadınları ve karısını dahi sadece eğlence malzemesi olarak gören, çapkın zengin, kinci bir kişiliğe sahiptir.





    5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:





    Kitabın dili çok akıcı olmayıp, duygusallıktan hoşlanan kişilere yonelik olabilir. İnsanlar arası ilişkileri çok iyi anlatan bir kitaptır.





    6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:





    Halide Edip ADIVAR; meşrutiyet ve cumhuriyet yıllarının tanınmış edebiyatçılarındandır. 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Amerikan Kız Lisesi’ni bitiren ilk Türk kızıdır.1901’de liseyi bitirince pozitif bilimleri dersi hocası olan Salih Zeki ile evlenmiştir. İlk romanı Heyula’yı 1908’de neşreder. Salih Zeki’nin ikinci defe evlenmesi üzerine ondan ayrılır. Mütareke yıllarında Anadolu’ya geçerek yeni kocası Dr. Adnan ADIVARla Atatürk’e yardım ederler. Bu yıllardaki gözlemleri birçok eserinin temelini oluşturur. Yurt dışında 15 sene geçirdikten sonra İstanbul’a dönen Halide Edip, 1950-1954 yılları arası İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girmiş, 9 Ocak 1964’te İstanbul’da vefat etmiştir.







    ESERLERİ: Heyula(1909), Raik’in Annesi (1908), Yeni Turan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923), Sinekli Bakkal (1935), Tatarcık (1938), Sonsuz Panayır (1946), Dağa Çıkan Kurt (1922), Türk ‘ün Ateşle İmtihanı (1959)…







    HAZIRLAYANIN :



    İMZASI :



    ADI SOYADI : Murat BOZKIR



    APOLET NUMARASI: 3307






  4. KİTAP ÖZET FORMU







    KİTABIN ADI : İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ





    KİTABIN YAZARI : REFİK HALİD KARAY





    YAYINEVİ VE ADRESİ : INKILAP VE AKA KİTABEVLERİ- ANKARA CADDESİ NO:95 İSTANBUL





    BASIM : ÜÇÜNCÜ BASKI





    KİTABIN KONUSU : KİTAP BÜTÜN İSTANBUL’UN İÇ YÜZÜNÜ DEĞİL, YALNIZCA İSTANBUL’DA YAŞAYAN BİR AZINLIĞIN İÇYÜZÜNÜ GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR: SAVAŞ ZENGİNLERİ, KARABORSACILAR, VURGUNCULAR, TÜREDİLER, İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN ADAMLARI… İSTANBUL’UN ‘ÖTEKİ YÜZÜ’, YANİ HALK YOK ROMANDA.





    KİTABIN ANA FİKRİ : YAZAR BU ROMANLA OKUYUCUYA; BAZI KİŞİLERİN ZENGİN OLMAK VE ÖNEMLİ BİR MEVKİİYE GELMEK İÇİN HER TÜRLÜ YOLA BAŞVURABİLECEKLERİ MESAJINI VERİYOR.





    KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :



    KİTAPTA BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ BİR ÇOK OLAYDAN BAHSEDİLMEKTE; FAKAT, AYNI KONUDAN BAHSEDİLMEKTEDİR.



    ŞAHISLAR:



    İSMET : ROMANIN ANLATICISI.



    KANİ : ÇOCUKLUK ARKADAŞI



    KANİ’NİN ANNESİ : KİBAR DALKAVUĞU



    FİKRİİ : FİKRİ PAŞA



    HANIMEFENDİ : PAŞA’NIN KAYINVALİDESİ



    DİLARA : PAŞA’NIN KARISI



    RAGIBE – ŞADİYE :KIZLARI



    LÜTFİ PEHLİVAN : KÜLHANBEYİ, SAVAŞ ZENGİNİ



    AHMET BEY : SARAYIN HAFİYELERİNDEN BİRİ



    ZAL BEY : SARAYIN ADAMI (HER YERİ HARACA KESTİ)





    KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ ADLI ROMANI OKURLARA BİRÇOK ŞEY ÖĞRETİYOR; BİRTAKIM GERÇEKLERİ YAŞAYARAK ÖĞRENMİŞ OLAN REFİK HALİD’ İN ROMANI , BU BAKIMDAN, HER ZAMAN İLGİYLE OKUNACAK BİR ESER. REFİK HALİD’İN ANLATTIĞI ÇETELER, HARAÇ ALMALAR GÜNÜMÜZDE DE SÜRÜP GİDİYOR ; SEKSEN YIL ÖNCEYİ HALA YAŞIYORUZ.





    KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ : (İSTANBUL 1888-İSTANBUL 1965) TÜRK ROMANCISI, HİKAYECİSİ VE YAZARI. İLK ÖĞRENİMİNİ VEZNECİLER’DE VE GÖZTEPE’DE TAMAMLADI, DAHA SONRA GALATASARAY’DA (1900-1906), BİR YILDA (1907) HUKUK MEKTEBİ’NDE OKUDU. 2 NCİ MEŞRUTİYET’İN İLANINDAN SONRA GAZATECİLİĞE BAŞLADI (TERCÜMAN-I HAKİKAT). KALEM VE CEM DERGİLERİNDE YAZILAR YAZDI. 1909’DA FECRİ ATİ TOPLULUĞUNA KATILDI. 1912’DE BEYOĞLU BELEDİYE BAŞKATİBİ OLDU VE BİR SENE SONRA İKTİDARA GELEN İTTİHATÇILAR TARAFINDAN BEŞ YIL SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ. ANADOLU’DA BAŞLAYAN MİLLİ MÜCADELE HAREKETİ’NE ALEYHTAR OLMUŞ, BU YÜZDENMİLLİ HÜKÜMET’İN SÜRGÜNÜYLE 9 KASIM 1922’DE YURDU TERK ETMİŞTİR.1938’DE ÇIKAN AF İLE YURDA GERİ DÖNMÜŞTÜR.



    AÇIK, SADE, TERKİPSİZ BİR DİLLE YAZAN, ROMAN VE HİKAYELERİ KADAR MİZAH VE TAŞLAMALARI İLE DE ÜN KAZANAN KARAY’IN BAŞLICA ESERLERİ ŞUNLARDIR: SAKIN ALDANMA, İNANMA, KANMA, ÜÇ NESİL-ÜÇ HAYAT, MEMLEKET HİKAYELERİ, BİR İÇİM SU, GURBET HİKAYELERİ, BU BİZİM HAYATIMIZ, SONUNCU KADEH, DÖRT YAPRAKLI YONCA,EKMEK ELDEN, SU GÖLDEN.





    KİTABIN ÖZETİ : REFİK HALİD, ‘BİR HARP ZENGİNİNİ’, KANİ’Yİ, TANITARAK BAŞLIYOR ROMANINA. KANİ, İSMET’E NASIL ZENGİN OLDUĞUNU ANLATIYOR: BEŞ PARASIZDIR. ASKERE GİTMEYE KARAR VERİR. BİR ARKADAŞINA RASTLAR; ARKADAŞI, KANİ’Yİ ALIR, HARBİYE NEZARETİNİ DAİRE DAİRE DOLAŞIRLAR; KAYITLAR, VESİKALAR, MUAMELELER…ERTESİ GÜN HALEP’E YAĞ TOPLAMAYA ÇIKARLAR VE BUNDAN SONRA ZENGİNLER ARASINA GİRMEYE BAŞLAR.VE KANİ SİTEM EDEREK KIZGINLIĞINI DİLE GETİRİR. ‘ASIL KIZDIĞIM CİHET HALKIN ESKİ ZENGİNLERİ SABIR EDİP BİZİ ÇEKEMEYİŞİ.’



    REFİK HALİD BU BÖLÜMDE ESKİ DEVRİ (ABDÜLHAMİT ZAMMANINI) ANLATIYOR. AZ SENE İÇİNDE İSTANBUL’UN COK DEĞİŞTİĞİNİ VE BİR ÇOK İNKILAP’IN OLDUĞUNU SÖYLÜYOR.BÖYLR BİR NESİL OLMADIKLARINI ANLATMAYA ÇALIŞIYOR VE HUDUTLARIMIZDA TECAVÜZSÜZ YAŞIYORUZ DİYOR.



    REFİK HALİD BU BÖLÜMDE FİKRİ PAŞANIN KONAĞINI AYRINTILARIYLA ANLATIYOR VE PAŞAYLA İLGİLİ BİR KAÇ ŞEY EKLİYOR: ‘GALİBA O, HİÇ İŞ YAPMAMAK, HİÇ SÖZE KARIŞMAMAKLA BU MEVKİİ BULMUŞ.BELKİ MEMLEKETE FAYDASI HİÇ OLMAMIŞTI; FAKAT MUHAKKAK Kİ EN UFAK BİR ZARARI BİLE OLMAMIŞTI. PAŞA’NIN YAKINLARINI ANLATIYOR VE EN SONUNDA DA PAŞA’NIN 1908’ DEN SONRAKİ HALİNİ ANLATIYOR.



    REFİK HALİD BU BÖLÜMDE ALTI PORTRE ÇİZİYOR. BUNLARIN HEPSİ BİRER HARP ZENGİNİDİR. ‘KÜLHANBEYİ LÜTFİ PEHLİVAN’: SANDIĞA GİRMİŞ, PEHLİVANLIK ETMİŞ, EV BASMIŞ, ADAM VURMUŞ, HAMAM KAPATMIŞ, MEYHANE YIKMIŞ…GÜMRÜKTE DE KATİP; MÜDÜRLÜĞE KADAR ÇIKMIŞ. BİR KAÇ YERİ KENDİ ÜZERİNE GEÇİRMİŞ YOK BEDELİNE.ADAM KAÇIRMIŞLAR VE YERİNE KENDİSİ GEÇMİŞ.İŞTE BU HERİF ŞİMDİ BİR HARPZENGİNİ.



    REFİK HALİD, HARP DEVRİNİN HANIMLARI ADLI BÖLÜMDE KADINLARIN YAŞAMLARINDAKİ DEĞİŞİMLERİ ANLATIYOR.İŞ HAYATINA GİRMİŞ KADINLAR; SİGARA, İÇKİ, MORFİN DÜŞKÜNÜ KADINLAR; SİYASETE ATILAN KADINLAR; ÖĞRETMEN OLAN GENÇ KIZLAR; ‘YENİ USUL BOHÇACI’… SARAYIN ADAMI OLAN BİR HARAÇÇI… İSMET’İN BULUNDUĞU BİR DÜĞÜNDE TİCARET YAPAN ÜÇ KADIN VAR; BUNLAR, HAT KOMİSERLİĞİNDE MEMUR OLAN BİR İHTİYAT ZABİTİ’NİN PEŞİNİ BIRAKMIYORLAR, ÜMİT VERMEK İÇİN HOPPALIKLAR, HAFİFLİKLER EDİYORLARDI. O, KADINLARA KARŞI ACEMİ GÖRÜNÜYORDU; İYİCE AVLAMIŞLAR, KUMPANYALARINA SOKUP İŞLERİNİ GÖRDÜRMEYE MUVAFFAK OLMUŞLARDI; VAGON, KOLİ, PİYASA KELİMELERİ İLE DOLU TİCARİ BİR HASBİHAL EDİLİYORDU.



    REFİK HALİD ESKİ VE YENİ İSTANBUL ADLI SON BÖLÜMDE ESKİ İSTANBUL’A OLAN ÖZLEMİNİ ANLATIYOR VE ŞÖYLE DİYOR: ‘İSTANBUL DAHA ZİYADE ESKİ DEVİRDE(ABDULHAMİT ZAMANI) ŞAHSİYETLİ VE EHEMMİYETLİ İDİ. ŞİMDİ İSE RENKSİZ VE SEFİL…’







    HAZIRLAYANIN ADI SOYADI : ÖNER KAYA





    KISIM VE NUMARASI : 65---3700



  5. TÜRK DİLİ VE KOMPOZİSYON-1 DERSİ

    3 Eylül 2011 Cumartesi




    KİTAP ÖZET FORMU







    KİTAP ADI : Handan



    KİTABIN YAZARI : Halide Edip ADIVAR



    YAYIN EVİ VE ADRESİ : Atlas Kitabevi Narlıbahçe Sok. 9 No:1 Cağaloğlu /



    İSTANBUL



    BASIM YILI : Nisan 1995





    1.KİTABIN KONUSU : 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan bir ailenin çok değerli, akıllı, sevimli bir kızının çileli hayatı ve onun çevresindeki insanların ondan etkilenip birbirine yazdıkları mektupları içeren bir kitap





    2.KİTABIN ÖZETİ : Refik Cemal, Cemal Bey’in baldızı Neriman ile evlenecektir. Neriman Cemal Bey’in kızlarıyla yaşıttır ve onlarla büyümüş, alafranga bir çocukluk geçirmiştir.





    Ailenin ayrıca Handan adında bir kızı vardır. Herkesin gözbebeği olan Handan, insanları çok çabuk etkileyebilen, kendisini sevdiren bir kızdır. Neriman’la kardeş gibi olan Handan, Nerman’ı küçüklüğünden beri yetiştirmiş, onu benliği altına almış gibi etkilemiştir. Neriman onun uğruna herşeyini verecek, ölümü bile göze alabilecek durumdadır.





    Evlilik zamanı Handan, kocası Hüsnü Paşa ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Handan, gençliğinde Nazım adlı birisini sever ama Nazım sosyalist birisidir. Onun ideallerini ve amaçlarını kendisinden üstün tutup daha çok seveceğini düşünen Handan, Nazım’ın evlenme teklifini reddeder ve Hüsnü Paşa ile evlenir. Nazım bu olay üzerine kendini asar ve sorumlusu olarak Handan’ı gösteren bir mektup bırakır. Handan, bu olaydan dolayı kendini hiç affetmez ve Hüsnü Paşa ile olan evliliği hep sorunlu gider. Zaten Hüsnü Paşa’da onu sadece birkadın olarak sevmekte, sık sık metres bulup değiştirmektedir. Ayrıca bunları Handan’a rahatça söyleyebilmekte ve onların ne kadar güzel olduklarını anlatabilmektedir. Herkes tarafından ölürcesine sevilen Handan, önceleri buna dayanır. Hayatını sevmediği Hüsnü Paşaya adar. Onunla olan sorunlarını kapatmaya çalışır ve evliliğini sürdürmek için elinden geleni yapar. Fakat bu çabası onun gençliğini alır. Sonunda üç aydır ondan ayrı yaşayan Hüsnü Paşanın gönderdiği ağır ithamlarla dolu olan mektubu okuyunca beyninden gelen bir sorunla hasta olur. Hafızasını kaybetmiş, eskiden kalan hiçbirşeyi hatırlayamaz olmuştur. Ona hastalığı boyunca çok sevdiği Neriman ve kocası Refik Cemal bakar. Hüsnü Paşa ise yurt dışında metresleri ile eğlenmektedir. Bu olay onu pek ilgilendirmez. Neriman hamile olduğu için Refik Cemal onunla kalır ve Handan iki üç ay İtalya’da konsultasyonlara tabii kalır. Yanında sadece Refik Cemal ve bir hastabakıcı kalır. Handan, bu süre zarfında Refik Cemal’e aşık olmuştur. Ayrıca Refik Cemal’de ona delicesine severek vurulmuştur. Ancak evli olduğu ve karısını da çok sevdiği için ızdırap duyar, kendisini yer bitirir. Bir süre sonra Handan’ın hafızası yavaş yavaş yerine gelir. Canından çok sevdiği Neriman’ın kocasına, Refik’e aşık olduğunu anlayınca üzüntüsünden vefat eder.







    3.KİTABIN ANA FİKRİ : İnsanların ne olduğu değil, seni sevip sevmediği onemlidir. Eğer ki seni seveni seviyorsan ona karşılık ver ve mutlu ol. Ama sadece düşüncelerinden dolayı seni seveni reddedersen ve seni sevmeyene gidersen çok acı çekeceğin kaçınılmaz bir durum olur.







    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:





    A) HANDAN : Çok akıllı,güzel,okumayı seven,insanları kolayca etkileyebilen,alafranga bir hayat yaşamış,sabırlı ve duygusal bir insandır.





    B) REFİK CEMAL: Kültürlü,utangaç ,karısını çok seven birisidir. Ama sonradan Handan’a aşık olmuştur.





    C) NERİMAN : Güzel,vefalı,çok kültürü olmayan,Handan’ı çok seven ve sadakatli,kitap okumayı sevmeyen birisidir.





    D) HÜSNÜ PAŞA : Kadınları ve karısını dahi sadece eğlence malzemesi olarak gören, çapkın zengin, kinci bir kişiliğe sahiptir.





    5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:





    Kitabın dili çok akıcı olmayıp, duygusallıktan hoşlanan kişilere yonelik olabilir. İnsanlar arası ilişkileri çok iyi anlatan bir kitaptır.





    6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:





    Halide Edip ADIVAR; meşrutiyet ve cumhuriyet yıllarının tanınmış edebiyatçılarındandır. 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Amerikan Kız Lisesi’ni bitiren ilk Türk kızıdır.1901’de liseyi bitirince pozitif bilimleri dersi hocası olan Salih Zeki ile evlenmiştir. İlk romanı Heyula’yı 1908’de neşreder. Salih Zeki’nin ikinci defe evlenmesi üzerine ondan ayrılır. Mütareke yıllarında Anadolu’ya geçerek yeni kocası Dr. Adnan ADIVARla Atatürk’e yardım ederler. Bu yıllardaki gözlemleri birçok eserinin temelini oluşturur. Yurt dışında 15 sene geçirdikten sonra İstanbul’a dönen Halide Edip, 1950-1954 yılları arası İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girmiş, 9 Ocak 1964’te İstanbul’da vefat etmiştir.







    ESERLERİ: Heyula(1909), Raik’in Annesi (1908), Yeni Turan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923), Sinekli Bakkal (1935), Tatarcık (1938), Sonsuz Panayır (1946), Dağa Çıkan Kurt (1922), Türk ‘ün Ateşle İmtihanı (1959)…







    HAZIRLAYANIN :



    İMZASI :



    ADI SOYADI : Murat BOZKIR



    APOLET NUMARASI: 3307




  6. KİTAP ÖZET FORMU





    KİTABIN ADI İNCİ KİTABIN YAZARI John STEINBECK YAYIN EVİ VE ADRESİ Remzi Kitap Evi BASIM YILI 1984







    KİTABIN KONUSU: Yoksul bir denizcinin bebeğini bir akrebin sokması ve ardından büyük bir inci bulmasıyla gelişen olaylar.



    2. KİTABIN ÖZETİ:



    İNCİ



    Pedro;Salinas’ta, deniz kıyısında, saz evlerde yaşayan yoksul denizcilerden biridir. Evleneli çok olmamıştır. İlk çocukları maalesef tedavi edemedikleri bir hastalıktan dolayı ölür. Artık umutları ikinci çocukları olmuştur. Bir sabah bebeği bir akrep sokar. Pedro hızla davranır ve akrebi öldürür. O ve eşi bebeği alır ve şehirdeki doktora götürürler. Doktor zengin ve acımasız bir insandır ve paraları olmadığını bildiği için çifti başından savar.



    Eve döndükten sonra Pedro, bambudan yapılmış kayığını alır ve inci avına çıkar. Kıyıdan açıldıktan sonra dalar ve dipten o güne kadar görülmüş en büyük incilerden birini çıkarır. Evine döner ve eşine gösterir. Bu inciyi satarak kazanacakları parayla bebeği tedavi ettireceklerini sonra onu okutup bu yaşamdan kurtulacaklarını planlarlar. O gün Pedro’nun kardeşi ve karısı da evlerine gelirler ve tavsiyelerde bulunurlar.



    Büyük incinin haberi tüm şehre ulaşmıştır. Doktorun ise inciye sahip olup Salinas gibi bir taşra kentinden kurtulup Paris’e gitmeyi planlamaktadır. Ertesi gün doktor uşağıyla tedavi için Pedro’nun saz evine gelir. Bebek iki gündür iyi durumda olduğu için Pedro doktoru reddeder. Doktor ise çocuğa bir ilaç içirir ve çocuğun ateşlenebileceğini söyler. Dediği gibi bebek ateşlenir ve doktor o esnada yeniden gelir ve çocuğun ateşini geçirir. Doktorun asıl amacı Pedro’nun inciyi nereye sakladığını öğrenmektir. Gerçekten konuşurlarken Pedro’nun gözü inciyi gömdüğü yere kaçar ve doktor incinin yerini öğrenir. Gece uyurlarken birinin geldiğini hisseder ve boğuşurlar. Boğuşma esnasında Pedro adamı bıçakla öldürür. Hırsızlar ayrıca yangın çıkartmıştır ve bazı saz evler yanmıştır. Pedro ve eşi kaçamaya karar verirler ama kayıklarının da delindiğini görürler. Pedro’nun karısı ona devamlı bu incinin uğursuz olduğunu ve ondan kurtulmaları gerektiğini söylemektedir. Yürüyerek kaçmaya karar verirler.



    Yürüyüş esnasında kayalık bir arazide mola verirler. Dinlenirlerken yoldan birilerinin geçtiğini farkederler. Sessizce dinlerler ve bunların peşlerine düşen kelle avcıları olduklarını anlarlar. Artık arazide daha dikkatli olmaları gerekmektedir. Gece olunca bir kaya kovuğuna yerleşirler. Kelle avcıları ise elli metre ileride su başında yatmaktadır. Pedro adamları öldürmek için harekete geçer. Yaklaştığı esnada bebeğin ağladığını duyar. Avcılar da duymuştur ve bunu bir kurdun sesi sanmışlardır. Zarar vermesin diye sesin geldiği yöne nişan alırlar ve ateş ederler.



    Ertesi sabah köylüler Pedro ve eşinin köye döndüklerini görürler. Yanlarında bebekleri yoktur. Pedro’nun karısının elinde kanlı bir şal durmaktadır. Köylüler bebeğin öldüğünü anlarlar. Pedro ve karısı deniz kıyısına giderler ve onlara devamlı uğursuzluk getirmiş olan bu inciyi denize,geldiği yere geri gönderirler.





    3.KİTABIN ANA FİKRİ:



    Yoksul ve cahil insanlar yaşamın kendileri için hazırladığı yaşam çizgisinin dışına çıkamazlar.



    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE SAHIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:



    Bebeğin akrep tarafından sokulması büyük talihsizliktir. Pedro’nun çevresindekilerin inciyi ele geçirmek her türlü yola başvurmaları insanların para için herşeyi yapabileceği gerçeğini yansıtır.



    ŞAHISLAR:



    Pedro : Dürüst,fakir,devamlı ezilmiş ama umutlarını hala kaybetmemiş biridir. Ailesini düşkündür ve onlar için kendisini tehlikeye atmaktan kaçınmaz.



    Pedro’nun Eşi: Fedakar bir kadındır. Romanda kocası bir kez ona vurur. Ama bundan dolayı gücenmez. İncinin uğursuz olduğuna inamakta ve ondan kurtulmaları gerektiğine inanmaktadır.



    Doktor : İnsanları küçümseyen, paraya düşkün ve para için her türlü kötülüğü yapmaya hazır olan biridir.





    5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Kitabı okumadan önce yazarı tanıyordum ve bazı eserlerini okumuştum. Yazar bilindik üslubu dışına çıkmayarak yoksul ve sıradan insanları konu ediniyor. Olay örgüsü ve insanların iç yüzünün para karşısında ortaya çıkması yaşamın üzücü gerçeklerindendir. Eserin okunmasının insana birçok şey kazandırdığı inancındayım.



    6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:



    1902-1968) 1962 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi John Steinbeck dünya edebiyatına ölümsüz yapıtlar kazandırmış bir yazardır. 1902'de California'da doğan, John Steinbeck, 1968'de New York'ta öldü. İnsan-doğa ve insan-insan ilişkilerini, özellikle de, çalışan tüm kesimlerin yaşamlarını anlatmadaki başarısıyla ünlüdür.



    ÖNEMLİ ESERLERİ:



    ROMAN: Yukarı Mahalle(1935), Fareler ve İnsanlar(1937), Gazap Üzümleri (1939), Sardelye Sokağı(1945), Cennet Yolu(1952) …





    HAZIRLAYANIN :



    İMZASI :





    ADI VE SOYADI : Çağlar ÇERÇİNLİ



    APOLET NUMARASI : 6074



    KISMI : 7/A



    TARİH : 25/04/2002




  7. KİTAP ÖZETİ





    KİTABIN ADI : Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini



    KİTABIN YAZARI : Louis de Bernieres



    YAYIN EVİ VE ADRESİ : Yapı Kredi Yayınlar-İstanbul



    BASIM YILI : 2000





    1.KİTABIN KONUSU:



    2. Dünya Savaşı sıralarında yaşanan ateşli bir aşk hikayesi



    2.KİTABIN ÖZETİ:



    2. Dünya Savaşı’nda Carlo adında bir asker var. eşcinsel olan bu askerin bir faaliyeti var ama erkeklere karşı bir ilgisi var. bu İtalyan askeri Frencesco adında bir askere aşık olur. Bir İtalyan komutanı bunlara bir görev veriyor. Askerler kendilerinin bu göreve en uygun kişiler olduklarını düşünüyorlar. Komutanın amacı İtalyan askerlerine İgiliz üniforması giydirerek Yunanlılara saldırmasını sağlamaktır. Böylelikle İngilizlerle Yunanlılar savaşırken durumdan faydalanıp Yunanistan’a çıkarma yapmak. Frencesco ve Carlo’nun bu iş için seçilmesindeki kıstas ikisinin de ordunun en işe yaramaz adamları olması. Ölmelerinin kesin olması. Olayların tersine dönmesi sonucu bu ikisi Yunanlıları öldürür. Frencesco bir çatışmada ölür.



    Carlo Kefolonya’ya gönderilir. Yüzbaşı Corolli aynı adaya gönderilir ve Dr. Yaris denilen bir adamın evinde kalmaya başlar. Dr. Yaris’in kızı Pelega Mandras diye bir balıkçı ile nişanlanıyor. Mandras’ın savaşa gitmesinden itibaren Pelega uzun bir süre ondan mektup alamaz. Pelega evlerinde kalan Yüzbaşı’ya aşık olur. Mandras uzun süre sonra savaştan ağır yaralı bir biçimde gelir. Doktor ve kızı tarafaından muayene edilir. Pelega Manras’a mektuplarına niçin cevap alamadığını sorar. Mandras’da okuma yazma bilmediğini söyler. Arkadaşlarına da okutmak istemediğini çünkü kendisiyle dalga geçileceğinden korktuğunu söyler. Mandras tekrar savaşa gönderilir. Yunan tarafına gönderilen Mandras ile Pelega’nın aşkı yavaş yavaş söner.



    Almanlar bu adaya çıkarma yapar. Italyan askerleri bir meydana toplar ve kurşuna dizer. Bu kurşuna dizilen askerlerin arasında Yüzbaşı da vardır. Ancak Yüzbaşı kendisine aşık olan Carlo tarafından sarılarak kurtarılır. Daha sonra adaya geri dönen Mandras bir örgüte katılır ve bu örgütün silah ihtiyacını öldürülen İtalyan askerlerin silahlarından karşılamak için meydana giderler. Orada Yüzbaşının ölü olmadığını ağır yaralı olduğunu gören Mandras, onu alır ve doktorun evine götürür. Pelega Yüzbaşının kendisine aşık olduğunu bile bile niçin böyle birşey yaptığını sorar. Mandras ise onu ne kadar çok sevdiğini göstermek için yaptığını söyler.



    Doktor ve kızı Yüzbaşının yarasını iyileştirmeye çalışırlar. Dikiş gereken yere savaş zamanında ip olmadığı için Yüzbaşının Antonıo adı verilen mandolininin telini kullanırlar. Bu arada Almanlar evleri tek tek gezerek İtalyan askerlerini ararlar. Bu arada Yüzbaşı, doktor tarafından evin mazhenine saklanır. Almanlar Yüzbaşı’yı bulamazlar. Yüzbaşı’nın iyileşmesine yakın onu İtaya’ya kaçırmaya karar verirler. Sandalla bir kaçırılma planı yapılır. Yüzbaşı ayrılırken Pelega’ya onu tekrar görmeye geleceğini söylemiştir. Savaşın bitmesine mütakip Yüzbaşı Corolli tekrar Yunanistan’a gelmiştir. Ancak geri döndüğünde ilginç bir manzara ile karşılaşmıştır. Pelega Yüzbaşının gitmesinin hemen ardından evinin önünde sahipsiz bir çocuk bulmuş ve onu yetiştirmiştir.



    Bu arada evleri bir yangınla yok olmuş ve doktor da orada ölmüştür. Yüzbaşı, çocuk ve Pelega görünce üzülmüş ve yanına gidememiştir.



    Uzun yıllar sonra tekrar Yunanistan’a gitmiş ve eski mahallesinde bir çocukla karşılaşmıştır. Pelega’nın yanındaki çocuk olduğunu hatırlayan Yüzbaşı çocuğun kendi eski Mandolinini çaldığını görünce gözüne inanamamıştı. Hemen çocuğun yanına gitti ve mandolini nereden bulduğunu sordu. Çocuk mandolinin eski yanan evlerinin enkezından çıkardığını söylemiş ve annesi için bu mandolinin büyük önem taşıdığını söyledi.



    Bu olaydan kısa bir süre sonra Pelega ve Yüzbaşı karşılaştılar. Yüzbaşı Pelega’ya gerçekleri yeni öğrendiğini söylemiş ve kendisini affetmesini söyledi. Ardından Yüzbaşı göğsünü açar ve mandolin tellerini göstererek seni hala sevdiğimin ispatı budur der. Geç bir zamanda evlenen bu çift ertesi sene ölür.



    3.KİTABIN ANA FİKRİ:



    Savaş zamanında bile bazı insani duyguların ölmemiş olması ve ölümsüz aşkların varlığının birkez daha ispatlanması açısından iyi bir anafikir oluşturmuş.



    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:



    Yüzbaşı Corolli: İlk başta orduda eğlance bölüğünün başında yer alan ancak karakteri ile ön plana çıkarak büyük başarılara imza atmıştır. Ayrıca bu yoğun tempoda yaşadığı sadık aşk da takdire değer.



    Pelega: Yoğun işleri olan iki sevgilisi yüzünden bir türlü gülemeyen bir şahsiyettir.



    Carlo: Eşcinselliği ile ön plana çıkan bu şahıs belki de hayatındaki en büyük iyiliği Yüzbaşı’yı kurtararak yaptı.



    Doktor: Takdir edersiniz ki savaş zamanı en çok iş doktorlardadır. Bu sebeple kızıyla fazla ilgilenemeöiş ve kızının içinde bulunduğu şartları hiç fakermemişti.



    5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Duygu yüklü öyküleri sevenler için okumaya değer bir kitap. Ancak çok işiniz varsa bu kitbı okumanızı tavsiye etmem çünkü başladığınız zaman sonuna kadar gitmeniz gerektiğini size hissettiren bir kitap.



    6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:



    Louis de Berniéres 1954 yılında Londra’da doğdu. Manchester Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Kolombiya ‘da öğretmenlik, kovboyluk, bahçıvanlık ve araba tamirciliği yaptı.



    1991’de yayımlanan ilk romanı The War of Don Emmanuel’s Nether Parts ile Commonwealth Writers ‘En iyi kitap’ Ödülü’nü aldı. Genç İngiliz romancılarının eniyilerinden biri olan Berniéres’in Yüzbaşı Corelli’ nin Mandolini Avrupa’da, deyim yerinde ise bir fenomen oldu. Yüzbaşı Corolli’nin mandolini, ayrıca filme alınmış bir hikayedir.





    HAZIRLAYANIN:



    İMZASI :



    ADI SOYADI : Mehmet Fırat TAŞTAN



    APOLET NUMARASI : 4706




  8. KİTAP ÖZETİ





    KİTABIN ADI:Fatih-Harbiye



    KİTABIN YAZARI:Peyami SAFA



    YAYIN EVİ VE ADRESİ: Ötüken - Ötüken Nesriyat A.Ş.Klodfarer Cad. 40/7 Divanyolu-İstanbul



    BASIM YILI:8. Baskı – 1983





    1.KİTABIN KONUSU: Türk medeniyetinden kopulup batıya yönelişin cemiyet ve aile üzerindeki tesirlerini işlemektedir.Batılaşma hareketinin önceleri belirli semtlerde süratle yerleşip,bazı semtlerin daha fazla geleneğini muhafaza ettiği görülmektedir.Zamanla eski medeniyete bağlı İsatanbul semtlrini hırpaladığını ortaya koyarken,medeniyetler arası çatışmanın ailelere kadar girerek babayı aynı dünyada bırakıp,çocuğunu batıya doğru çektiğini göstermektedir.





    2.KİTABIN ÖZETİ: Neriman ve Şinasi yedi senedir birlikte çok şeyi paylaşmış iki gençtir.İkiside İstanbul’un Fatih semtinde oturmaktadır.Darülelhan’da Neriman ud,Şinasi keman çalmaktadır.Neriman babası Faiz Bey’le birlikte yaşamaktadır. Annesi ölmüştür.Faiz Bey eşi öldükten sonra kızına çok bağlanmıştır.Faiz Bey ney çalmaktan hoşlanmaktadır.Hikayenin geçtiği zamanlarda bir yerde toplanıp saz çalma geleneği vardır.Şinasi’nin kız kardeşi olan Nezahet ile Neriman’ın arkadaşlıkları,Şinasi’yle Neriman’ın tanışmalarına vesile olmuştur.Faiz Bey’in ney çalması,Şinasi’nin de keman çalması Şinasi’nin Neriman’lara sık sık gelip gitmesini sağlamıştır.O günden beri Şinasi ailenin bir ferdi gibidir.Neriman’la Şinasi’nin çok güzel bir birliktelikleri vardır.Bütün mahalle ikisinin evlenecekleri zamanı beklemektedir.Fakat Neriman zamanla değişmeye başlamıştır.Birgün Neriman yeni tanıştığı Macit’le kokteyle gitmek için Fatih -Harbiye tramvayına biniyor.Şinasi Neriman’I tramvaya binerken görüyor,hızlı hareketlerinden ve sürekli saatine bakmasından biriyle buluşmaya gittiğini tamin ediyor.Neriman geceyi Maksim’de geçiriyor.Macit batılılara benzeyen bir yaşam tarzına sahip zengip bir gençtir.Neriman kokteylin sonunda eve geç bir vakit gidiyor.Babasına Fahriye’lerde saz çaldıklarını söylüyor.Fahriye Neriman’ın musikiden bir arkadaşıdır.Neriman artık eskisi gibi davranmayarak,yaşadığı hayattan nefret etmeye başlamıştır.Alaturka musikiden çıkmak,artık ud çalmak istememektedir. Fatih semtindeki,kahvelerde boş oturan insanlardan,esnafın hareket tarzından, insanların güzel giyinen kişilerin arkasından fena bir şekilde bakmasından sıkılmıştır.Fakat bunun yanında Galatasaray’daki esnafın zevk sahibi olmasından,halkının modern bir yaşam tarzının olmasından bahsedilmektedir. Fatih Kâbil’e,Beyoğlu New York’a benzetilmektedir.Neriman ve Fahriye Beyoğlu’nda bulunan Macit’in yanına giderler.Macit Neriman’I baloya davet eder.Balo için dokuz gün vardır.Neriman bola için babasından nasıl para alacağını düşünmeye başlamıştır.Şinasi Neriman’daki değişikler karşısında bunalıma girmiştir.Neriman’la Şinasi’nin arası giderek açılmaya başlamıştır.Eski günlerdeki iki sevgili birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır.Neriman baloya gitmek için babasını kazanmak zorundadır.Neriman babasına çok iyi davranmaya başlamıştır.Fakat babasının mali durumu çok iyi değildir. Neriman’ın aklı karışmış ne yapacağına karar veremektedir.Babasıyla konuşup fikirlerini paylaşmak ister.Neriman’a göre şarklılar yani müslümanlar kediye, garplılar yani hıristiyanlar köpeğe benzetilmektedir.Kedilerin yiyip içip uyuduklarını;köpeklerin ise diri,çevik,atılgan olduklarını düşünmektedir.Babası bunun böyle olmadığını savunur.Ancak Neriman’I bu konuda ikna edemez. Neriman balo için günleri saymaktadır.Neriman Şinasi’yi artık sevip sevmediğinden şüphe etmektedir.Neriman’ın kıyafeti,tavırları ve yaşayış tarzı değişmiştir.Neriman’ın Şinasi’den ayrı gezmesi,eve geç gelmesi semt insanlarının dikkatini çekmektedir.Neriman artık Fatih kızı olmak istemiyor. Neriman yeniyi ve güzeli istemektedir.Eski ve pis bir elbiseyi üstünden atar gibi yaşadığı hayattan ayrılmak istiyor.Bunun üzerine Neriman’la Şinasi tartışıyorlar. Neriman sinir kırizi geçirip bayılıyor.Onu evde evin hizmetçisi Gülter rahatlatıyor.Birgün babası evlerine eskisi kadar sık gelmeyen Şinasi’yi eve davet etmek ister.Bunun için kızına Şinasi’yi davet etmesini söyler.Neriman bunu bahne bilerek eskisi kadar birlikte olmadığı Şinasi’nin yanına gider.Olup bitenleri konuşurlar.Fakat bir uzlaşmaya varamazlar.Babası artık evlenmelerini istemektedir.Şinasi’yi çağırmasının bir nedeni de bu konunun konuşulmasıdır. Fakat Neriman bunun için biraz zaman ister.Nedeni ise Macit’in ortaya çıkmasıyla değişen hayat anlayışıdır.Kiminle mesut olacağına karar verememektedir.Neriman babasına balo meselesini açar.Babası Şinasi’yle birlikte gitmesini uygun bulur.Aslında Neriman baloya yalnız gitmek istemektedir.Neriman’ın balo konusunu babasına açmaktan çekinmesinin sebebi para sıkıntısı çekmeleridir.Babasının balo parasını zorlukla temin etmeye çalışacağını bilmektedir.Neriman Şinasi’yle konuşur.Şinasi baloya Neriman’la birlikte gitmeyi kabul eder.Neriman evlilik konusunda zamana ihtiyacı olduğunu Şinasi’ye söyler.Şinasi Faiz Bey’le yaptığı konuşmada evliliği bir vazife olarak gördüğü için kabul etmiştir.Şinasi uzun zamandır birlikte yaşayan bu insanlar evlenmezlerse mahalle halkının olumsuz şeyler düşüneceğini bilmektedir.Neriman’dan ayrılan Şinasi Ferit’le buluşur.Ferit onun okuldan arkadaşıdır.Ferit’le dertleşen Şinasi rahatlar.Ve akşama Ferit’lerde toplanılmaya karar verilir.Şinasi’den ayrılan Neriman balo için Beyoğlu’nda kıyafet bakar.Ancak modayı daha iyi bilen dayısının kızlarına danışmak üzere Şişli’ye gider.Çünkü onlar hiçbir baloyu kaçırmayan kızlardır.Şişli’de oturan dayısının kızlarının evine gittiği zaman evde ağlayan insanlar vardır.Evden ağlayan bir ihtiyar kadın çıkar.Neriman olup bitenleri anlayamaz.Dayısının kızları Neriman’a olayı anlatırlar.Evden çıkan kadın bir Rus kadınıdır.Ve fevkalâde güzel bir kızı vardır.Bu kız bir Rus artistiyle birlikte yaşamaktadır.Bu genç lokantalarda gitar çalarak para kazanan fakir birisidir.Fakir bir şekilde Beyoğlu’nda küçük bir odada birlikte yaşamaktadırlar.Kız bu yaşam tarzından sıkılmaya başlamıştır.Karşısına çıkan zengin bir Rum erkeğiyle tanışır.Rus sevgilisinden ayrılır ve Rum erkeğiyle birlikte yaşamaya başlar. Refah,para, eğlence,balo istediği herşeye kavuşmuştur.Ancak kız bu yaşam içersinde hakikî



    güzellikleri bulamaz.Yani hayatının sahte olduğunu düşünür.Rus genciyle birlikteyken etrafında hep görgülü,samimî insanların olduğunu düşünür.Bu kız hakikî kıymetlerle medeniyetin sahte kıymetleri arasındaki farkı çok iyi görmüştür.Kız bir gece Beyoğlu’nda eski sevgilisini bulur.Rus gencini hâlâ sevdiğini kendisini kabul etmesini ister.Hatasının farkına vardığını söyler.Rus artist onu kabul etmez.Rus kızı buna dayanamayarak intahar eder.Bu olay Neriman’ın yaşamını ortaya koymaktadır.Neriman’a ders olan bu hikâye Neriman’ın hayat anlayışını değiştirir.Baloya gitmekten vaz geçer.Macit’le buluşmayı da artık istememektedir.





    3.KİTABIN ANA FİKRİ: Batılıların yaşam tarzından olumlu yönde etkilenmeli,teknikte onların gelişimini kullanmalıyız.Ancak öz kültürümüz bundan etkilenmemeli,varlığını muhafaza etmelidir.





    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Kitapta karakterler üzerinde fazla durulmamış.Şahıslar hakkında verilmiş olan bilgileri kitap özetinde belirttim.





    5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSî GÖRÜŞLER: Hikâyenin geçtiği zaman güzel bir şekilde yansıtılmış.Hikâye anlaşılır ve sade bir şekilde yazılmış.Yazar çok fazla detaya girmeden vermek istediği düşünceyi anlatmış.Herkes tarafından anlaşılabilecek akıcı bir roman.bu romanda anlatılan konuya türk filimlerinde de raslamıştım.





    6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Peyami SAFA: 1899 – 1961



    Peyami SAFA bir gazetecidir.Sonra bir yazar olmuştur.Yazarlığı da çeşitlidir. Fıkra yazmıştır.Tenkit yazıları yazmıştır.Makale yazmıştır ve en son roman yazmıştır.Öte yandan fikir hareketleri ile meşgul olmuş,Türk fikir hayatına tesir edecek faaliyetlerde bulunmuş,dergiler çıkarmış,fikrı eserler vermiştir.En mühimi bütün bunlar hayatını kazanmak zorunda olduğu,bir yetim olduğu için tahsil yapma imkânı bulamadığı halde,iradesini kullanarak,kendi ve imkânlarını zorlayarak âdeta insan üstü bir gayretle başarmıştır.Böylelerine Batı’da “ortodidakt” denir.Yani kendi öğrenen,kendini yetiştiren,kendisini inşâ eden insan. Peyami SAFA Türk Kültürüne hizmet etmiş büyük bir insandır.

















    HAZIRLAYANIN :





    İMZASI :



    ADI VE SOYADI : KORAY YAR



    APOLET NUMARASI : 3329




  9. KİTABIN KONUSU:Kahraman Türk milletinin Çanakkale’de yaşadığı görkemli ölümsüzlüğün muhteşem tablolarından bir kesiti dile getirir.İnanç gücünün mekanik güce ve kalabalığa üstünlüğünü haykırır.Türk’ün adaletinin ve asaletinin nasıl bayraklaştığını konu alır.





    KİTABIN ANAFİKRİ:İnsanlar inandıktan sonra,karşısındaki engel her ne olursa olsun,bu inanç sayesinde o engeli aşabilir.





    KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Kitaptaki olaylar birbirleriyle bağlantılı olarak gelişiyor.



    Şahıslar:Fatma Ana



    Ahmet ( Fatma Ana’nın oğlu )



    Mehmet ( Fatma Ana’nın oğlu )



    Mustafa ( Fatma Ana’nın oğlu )



    Elifçe ( Fatma Ana’nın gelini )



    Abdullah Efendi ( Nasrullah Camii İmamı )



    Şair



    Muhtar Halil



    Postacı Ali Efendi



    KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap;silah ve asker sayısı bakımından büyük üstünlüğe sahip olan itlaf devletlerinin,Türk ordusunun muhteşem vatan savunması karşısında şaşkına dönüşünü ve çeyrek milyon askerini kaybederek geri çekilişini;Türk milletinin Çanakkale’de bir destan yazdığını;bayrağı,vatanı,namusu ve hürriyeti söz konusu olduğunda bir milletin neler yapabileceğini duru ve akıcı bir üsluple anlatıyor.





    KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ: 1949 yılında Terme’de doğan Rahmi Özen,lise öğrenciliği yıllarından itibaren,kendine özel şiirsel üslubu ile hep üretmiştir:İnsanlık için,Türk edebiyatı için,Türk dilinin gelişimi için…



    Türk dilini en güzel kullanan çağdaş yazarlarımızdan olan Rahmi Özen,edebi sanatların her dalında;Türk edebiyatına özgün eserler kazandırmıştır.



    Samsun;Mithat Paşa,100.Yıl,Namık Kemal, Endüstri Meslek ve 19 Mayıs Liselerinde edebiyat öğretmenliği yapan Özen,halen bir özel öğretim kurumunda debiyat öğretmebi olarak çalışmaktadır





    KİTABIN ÖZETİ



    Analar yiğitlerini sınır boylarına gönderiyordu.Gidenin gelmediği o zamanlarda bağrı yanık analar ağlıyor,üç aylık gelinler ağlıyor,bebekler ağlıyordu.Yürekler yanıyordu;ama elden hiçbir şey gelmiyordu.



    Fatma Ana da gönderiyordu oğlu Ahmet’I cepheye.Kocası vatan uğruna şehit düşen Fatma Ana bir can daha gönderiyordu.Fatma Ana ağlıyordu,gelin Elifçe ağlıyordu.Sadece Fatma Ana ve Elifçe asker göndermiyordu cepheye.Bütün Anadolu halkı gönderiyordu yiğit canları ölüme.Acı bir yas tutuluyordu Anadolu köylerinde gidenlerin ardından.



    Bu acı dolu ağıtları duyan Şair’in içi yanıyordu,gözleri doluyordu ve bu acısını Nasrullah Camii İmamı Abdullah Efendi ile paylaşıyordu.Şair dünyanın en büyük devine ağlıyordu.Koca dev küçülmüştü çünkü.Ulu bir kartal gibi kanatlarını açıp,küçük kuşları altına aldığı günleri unutmamıştı Şair…Buna ağlıyordu.



    Mahallenin önde gelenleri kıraathanade oturuyorlardı.Muhtar Halil,Şair,İmam Efendi ve diğerleri son durumu konuşup tartışıyorlardı.Bu sırada Postacı Ali Efendi geldi ve ülkenin içinde bulunduğu son durumun çok kötü olduğunu bildirdi.bunun üzerine büyük bir ümitsizliğe düşen Abdullah Efendi’yi Şair teselli ediyordu.Şair herşeyin düzeleceği konusunda çok umutluydu.Umudunu her zaman korudu ve herkese destek olmaya çalıştı.Hoca Efendi bütün umudunu yitirmişti.Şair’e ‘’Korkuyorum Şair…Avrupanın bütün gücü Çanakkale’ye dayanmış.Topları var,tüfekleri var ,herşeyleri var.Senin elinde ne var Şair?…’’diye sordu.Şair:



    ‘’Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,



    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var;



    Ulusun!Korkma,nasıl böyle bir imanı boğar



    Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?’’



    Bunun üzerine Hoca Efendi sırf cevap olsun diye:’’Bir gün hürriyetimiz elimizden alınırsa,çılgın Avrupa herşeyimize kilit vurur,el atarsa o zaman…’’daha sözlerini bitirmeden Şair:



    ‘’Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.



    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım



    Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım



    Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım’’ diye cevap verdi.



    Birgün Postacı Ali Efendiyine acı dolu haberlerle kıraathaneye geldi.Fatma Ananın oğlu,Elifçenin yiğidi Ahmet’in ölüm haberini getirmişti.Bunu öğrenen mahalleli çok üzülür.Hele Elifçe…O üç aylık gelin nasıl yanıyor.Rüyasında ölürken gördüğü Ahmet’i gerçekten ölmüştü.Elifçe gelin ve diğer gelinler ağıtlarıyla dört bir yanı inletmişti.



    Fatma Ana…Metin olmayı beceren erdemli bir Anadolu kadını. Gözü yaşlı… Bağrı taşlı… Ak saçlı… Ahmet’in şehit olduğu günden beri gözüne uyku girmemişti. Tam ondört ay olmuştu. Birgün mahallenin kıraathanesine bir konu hakkında Şair’in, Hoce Efendi’nin ve Muhtar Halil’ in fikrini sormak için gitti. Elifçe gelini Mehmet ile evlendirmek istediğini söyledi ve hepsinden onay aldı.



    Kıraathanede hergün olan olaylar konuşulurdu. Yine birgün böyle bir konuşmada iki gemiden söz açılır. İsmi değiştirilmiş iki Alman gemisi Yavuz ve Midilli. Büyük bir oyun olan bu isim değiştirme Türkiye’ yi savaşa sokmak için güzel bir plandı. Bu gemiler 20 Ekim 1914 günü Rus limanlarını topa tuttular. Gazeteler İtilaf devletlerinin 18 Mart 1915’te saldırıya geçeceğini yazıyordu.



    Şair bunun bu iki gemiden kaynaklandığını düşünüyordu. Gazetede çıkan bu haberler Şair’I ağlatmıştı. İlk kez ağlıyordu Şair. “ Büyüttüğümüz köpek sürülerinin önünde gülünç bir aslana döndük” diye ağlıyordu. Hoca Efendi Şair’I



    Teselli etmeye çalıştı. Bu sırada mahalleden onbeş yirmi kadar genç geçiyordu.Ülkeleri için savaşmaya, canlarını bu ülke için vermeye gidiyorlardı. Bunu gören Şair’ in morali düzeldi. Böyle iman dolu, vatan aşkı ile yanan gençleri gördükçe bu ülkenin yenilmeyeceğine olan inancı daha da arttı.



    Artık düşman gelip kapıya dayandı. Ümitsizlik başlamıştı yine. Düşmanın herşeyi vardı, güçlüydüler… Ama Şair umudunu yitirmemişti.Mustafa Kemal’in inancını anlattı Muhtar Halil’ e. Güveniyordu Mustafa Kemal’ e. Bu sırada Postacı Ali yine bir haberle geldi. Onbeş yaşını dolduran herkes askere çağırılıyordu. Bu bir vahşetti. Bunu duyan halk tekrar feryatlara başladı. Anadolu’ nun dört bir yanından ağıtlar yükseliyordu. Fatma Ana’ dan, Elifçe’ den ve diğerlerinden…Bu haberlerden sonra okul müdürü bir kampanya başlatmıştı. Herkes elinde ne varsa devlete verecekti. Bu kampanya çok hızlı yayıldı ve herkes elinde ne varsa getirip okul bahçesine bıraktı. Fatma Ana tek malı olan ineğini, Zeynep Kadın tek geçim kaynağı olan tavuklarını, Ayşe Kadın gelinliğini getirmişti okulun bahçesine. O gün herkes hem çocuklarını hem de mallarını teslim ediyordu bu ülkeye; sırf bu ülke kurtulsun diye.



    Türk milletinin bu inancı Hoca Efendi’ deki umutsuzluğu hala yok etmemişti. Ama Şair’ in umudu daha da arttı.Herkes ne varsa göndemişti cepheye. Taze gelinler de yiğitlerini ağıtlarla cepheye gönderiyorlardı. Okulda okuyan öğrenciler de savaşmaya gidecekti.



    Oluk oluk kanlar akmaya başladı. Top sesleri, tüfek sesleri heryeri inletiyordu. Sahra çadır hastanesini yaralılar inletiyordu. Bu vahşetten yeryüzü bile utanıyordu.



    Mustafa Kemal fırkasıyla birlikte kahramanca savaşıyordu. Düşman onun karşısında daha fazla dayanamayıp geri çekilmeye başladı. Savaş esnasında kolunu, bacağını kaybeden erler tekrar dönüp savaşmak istiyor “ El ne ki, ayak ne ki, vatan için canlar feda” diyorlardı. Bu inanç düşmanı durdurmak için yetmişti. Düşman artık can çekişiyordu.



    Sahra hastanesinde hemşirelik yapan Elifçe Gelin Mehmet’inin ölmediğini yaralı olan tanıdık bir erden öğreniyor. Daha önce mahalleye Mehmet’ in ölüm haberi gelmişti ama Mehmet ölmemişti ve biraz sonra onu da yaralı bir şekilde hastaneye getirdiler. Elifçe bu yaralının künyesini okuduğunda hem çok sevinçliydi hem de çok acı çeki,yordu. Çünkü Mehmet o anda kaybetmişti hayatını.



    Herşeye rağmen savaş Türk’ün üstünlüğü ile devam ediyordu. Artık düşmanın dayanacak gücü kalmamıştı ve savaşı kazandık. Çanakkale’nin geçilmeyeceğini tüm dünyaya duyurduk.



    Postacı Ali bu kez mutlu haberle geliyordu mahalleye. Düşmanın denize döküldüğünü müjdeliyordu.



    Çanakkale geçilmedi… Türk milleti göğsünün kaya gibi olduğunu tüm dünyaya bir kere daha ispat etti.







    HAZIRLAYANIN :



    ADI SOYADI :Gökhan AKDAĞ



    NUMARASI :3731



    KISMI :65. KISIM




  10. II. BÖLÜM.



    Teröristlerin Irak tarafına geçtikleri ve bunu haber alan komando komutanı Kemal YÖRÜKOĞLU’nun Barzani peşmergeleriyle buluşma ve bu peşmergelerin anlattıklarına, göre peşmergelerle beraber nasıl savaştıkları anlatılıyor. Bu arada Komando Birlik Komutanı’nın çatışmalarda eline geçen sağ teröristlerin anlattıkları, komandoları bir kez daha hırslandırıyor. Çünkü Türk askeri ona hiç zarar vermemiştir. Komandoların zor iklim şartlarında nasıl bir mücadele örneği ortaya koyduğu anlatılmakta; ve ele geçirilen dağlardaki diğer aç ve sefil olan eşkiyaların inlerini öğrenen komandoların onlara verdiği ders anlatılmaktadır. Ayrıca Komando Birlik Komutanının eline geçen isimler, kodların titizlikle incelenmekte olduğu ve bunların ışığında tüm bilgilerin değerlendirildiği ve operasyonlarda kullanıldığı anlatılmaktadır.



    Bu kısımda İran gizli servis subaylarının bir militan olan Hamza’yı Ocak 1996 yılında alıp Ninova’ya kadar götürdüklerinin hikayesi anlatılmaktadır. Hamza’nın örgüt evlerine götürülüşü, burada örgüt mensuplarının Abdullah ÖCALAN 'a veryansınları, ve örgüt mensuplarının nasıl bir ideolojiyle yetiştirildiklerine yer veriliyor. Bu ideolojik talimatlarda, sözde PKK militanlarının meziyetleri ve şerefli oldukları anlatılıyor. Burada, eskiden köylerinde olan bir olay da anlatılıyor. Hamza’nın öç alma duygusundan en ince ayrıntısıyla bahsediliyor.



    Ayrıca Zap Suyu üzerindeki Zap kampının ne derece teröristler için faydalı, şerefli olduğu, teröristlere güven sağladığı, burada kış için girişilen hazırlıklar, yapılan yığınaklar, tutulan bölgeler anlatılıyor. Türk ordusunun darbelerinden yenilen PKK militanlarının olumsuz gidişattan etkilendikleri anlatılıyor. Tabii bu esnada Komandolar harekata devam etmektedir ve çatışmalarda çok miktarda ele geçirilen erzakın dökümü yapılıyor.



    Nisan 1996 tarihinde ayın son günlerinde komandoların intikali, bu intikal esnasında yoğun hava ve arazi şartlarıyla nasıl mücadele ettikleri, verilen şehitlerimiz ve yaralılarımız anlatılmaktadır. Burada ele geçen malzemelerden söz edilmektedir.



    Komando Birlik Komutanının günlüğünde yazanlar son derece zorlu şartlarda yapılan mücadelenin yorgunluğu,bazen uykusuzluğun verdiği iç çekici durum, askerlerimizin aile ve ev yemeklerinin özlemi bir başka duyguyla anlatılmaktadır. Abdullah ÖCALAN' ın bu operasyonların sonucunda örgüte yaptığı konuşmanın içeriğinden bahsedilmektedir.



    Operasyonlarımız tabiiki bitmemişti. Yapılan operasyonlarda çıkan sonuçları komando komutanı Kemal YÖRÜKOĞLU bunları 95 madde’de özetlemiştir. Burada bahsedilen örgütler çok değerli örgütlerdir. Komando komutanı’nın eviyle giderdiği özlem de anlatılmaktadır.



    1997 yılı başlarında Komandolar, yapılan tahkikata göre, yurt içindeki ve yurt dışından da gelecek olan teröristlerin haberini aldılar. Yürüyecekleri bölge Kuzey Irak’taki Sinat-Haftanin’den Yazlıca Dağı'na oradan da Şırnak bölgesine yürüyeceklerdir. Burada Komando Birlik Komutanı Kemal, yapılacak olan operasyon için askerlerine nasıl bir harekat tarzı olması gerektiğine ilişkin soru sormaktadır. Ama Kemal yaptıklarının bir iç güvenlik harekatı olmadığını savunmakta, bunu kendi yorumuyla neden böyle olmadığını anlatmaktadır. Ayrıca tarihten beri kardeş olan bölge halkının birbirini neden vurduğunu anlamamakta ama yapılanların yanlış olduğunu söylemektedir. Her ne olursa olsun zarar verenlerle mücadele yerine bunların kökünü kurutmanın yararlı olacağını ve bunun için mücadele etmemiz gerektiğini söylemektedir.



    Burada askerlerimizin sözde Zap Cumhuriyeti diye anılan mekana yapılan ilerleyiş ve Zap’ın yıkılışı, ardından yapılan açıklamalara yer verilmektedir. Ama kaçan teröristlerin aralarında yaptıkları konuşmalar ve polimikler anlatılıyor. Yeni Zap’tan kaçırılacak malzemeden ne kadarını kaçırırsak kar olacağı, kendi aralarındaki konuşmalardan bahsedilmektedir.



    Zap kampının, ele geçmesiyle ele geçen malzeme listesi açıklanmaktadır. Mehmetçiğimize duyulan hayranlık ele alınıyor. Bu şiirlerle destekleniyor. Zap kampının ele geçmesi ile verilen mücadelenin devamı anlatılmakta ve Mehmetçiğin varoluşu bir kez daha vurgulanmaktadır.



    Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır






  11. KİTABIN ADI :HANDAN



    KİTABIN YAZARI :HALİDE EDİP ADIVAR



    YAYIN EVİ VE ADRESİ:ÖZGÜR YAYINEVİ Ankara Cad.No:31/2



    Cağaloğlu/İSTANBUL



    BASIM YILI :1978(14.BASKI)





    1.KİTABIN KONUSU:



    Kitapta üç temel kahraman;Refik Cemal,Neriman ve Handan vardır. Olaylar genel olarak bu üç şahıs etrafında toplanmaktadır. Kitapta filmlere konu olacak bir aile ve arkadaş dramı yaşanmaktadır. Bütün olaylar mektup şeklinde anlatılmaktadır.



    2.KİTABIN ÖZETİ:



    Kitap Refik Cemal’in, arkadaşı Server’e yazdığı mektupla şekillenmektedir.Bu mektupta evleneceği kızın ve çevresinin tahlilini yapmaktadır.Bu kız Cemal Bey’in kızlarından Neriman’dır.



    Refik Cemal kızlarla arası pek güzel olmayan birisidir.Fakat Neriman için azıcık kalbi atıyordur. Onunla nikahlandıktan sonra ziyaret için evlerine gider.Aile ortamı ilk başta biraz resmi bir durumdadır.Akşam yemeği saatinde Cemal Bey Handan’ın yokluğunu hissettirecek cümleler kurarken,Neriman hüzünleniyor üvey annesi ise,pek o kadar özlemle katılmıyordu.Refik Cemal evden ayrılırken Cemal Bey Neriman’ı Cuma ve Pazar günleri görebileceğini söyledi.artık her buluştuklarında konu Handan’dan açılıyor ve Refik Cemal saçları ve gözleri çok güzel olan bu kültürlü kızı çok merak etmeye başlamıştı.



    Evliliklerinin ardından Neriman’ın hamile olduğu dönemde Refik Cemal’in Avrupa’ya gitmesi gerekiyordu.Çünkü İstanbul onun için tehlikeli bir yer olmaya başlamıştı.Bu arada Handan da İstanbul’a gelir ve Nazım isimli bir şahıstan özel dersler almaya başlar.Handan Selim Bey denilen bir şahsın evinde kalmaktaydı.Nazım ve Neriman arasındaki yaklaşım aşka dönüşür.Fakat Nazım için Handan’dan daha önemli bir kutsal amacı vardı.Buna Handan’ı da inandırmaya çalışıyordu.Fakat Handan Nazım’ın evlenme teklifini kabul etmemiş ve Hüsnü Paşa ile evlenmişti.Bu karar Nazım’ın ölümünü belirlemişti. Hüsnü Paşa eşini bu çevreden uzaklaştırmak için onu Avrupa’ya götürür.Bu arada Neriman ve Refik Cemal doğan çocuklarının ismini Nazım koyarlar.



    Handan evlendikten sonra çok değişmiştir.Her konuda fikrini açıkça söyleyen Handan Hüsnü Paşa’nın ağır laflarını işittikten sonra bile sessizliğini koruyordu.Hüsnü Paşa Refik Cemal tarafından,daha doğrusu Handan’ın yakınları tarafından hiç sevilmiyordu.Bir de bunun üstüne Handan’ı sarışın kadınlarla aldatması eklenince buna kimse dayanamıyordu.Oysa buna en çok kızması gereken Handan bile sessizliğini ve ona olan sevgisini koruyordu.



    Fakat Hüsnü Paşa’nın uzun süre evden uzaklaşması ve üç ay sonra yazdığı mektup belki de Handan’ın ölüm sebebi olacaktı.Handan bütün bu olaylardan sonra hastalanır ve bilincini kaybeder.Bu zamanda yanında Neriman’ın izniyle Refik Cemal ona yardımcı olur.Doktorlar Handan’ın iyileşmesi için yabancı bir yere gitmesi gerektiğini söylerler. Refik Cemal ve Handan Doktorların tavsiye ettiği sakin bir yere giderler.Burada Handan ve Refik Cemal arasında sıkı bir bağlılık aşka dönüşmüştür.Handan’ın bazı şeyleri hatırlamasıyla onu tekrar hastaneye götürürler.Onu ziyarete giden Server ,Refik Cemal’e Handan’ın onu istediğini söyler.Fakat Handan bu arada kız kardeşinin kocasını nasıl seveceğini düşünüyor ve düşündükçe mahvoluyordu. Handan tekrar rahatsızlanır ve bu sefer doktorlar onun en fazla iki gün daha yaşayacağını söylerler.Ve zavallı Handan yabancı bir hastanede ölüp gider.Babası Cemal Bey ülkeden çıkamadığı için Refik Cemal’e kızının cenazesini getirmesi için her şeyi yapmasını söyler.Cenaze törenine Hüsnü Paşa da gelir.Refik Cemal’i karısının ölümünden sorumlu tutar ve ona saldırır.Refik Cemal onu yakasından tutar ve mezarın üstüne atar.



    Artık her şey bitmiş ve sadece bazı insanların Refik Cemal’in inci gibi karısı varken Hüsnü Paşa’nın karısını sevdiği düşünceleri kalmıştır. Zavallı Handan,zavallı Refik Cemal!



    3.KİTABIN ANA FİKRİ:



    Muhtaçta olan insanlara her zaman yardım etmeli ve bize değer veren insanları kırmamak için her şeyi göze almalıyız.İnsanlara önyargılı yaklaşmanın hem onlara hem bizlere zarar vereceğini asla unutmamalıyız.









    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLEBDİRİLMESİ:



    Kitapta geçen olaylar bir aile dramını gözler önüne sermektedir. Olaylar değişik yerlerde geçmektedir.Mekanların ve kişilerin tahlili çok derin yapılmıştır.



    Refik Cemal,yardımsever bir insan olup ,eski kültüre bağlı bir gençtir.Neriman ise,Cemal Bey’in kızları arasında en sessiz ve sakin olanıdır.Aslında Cemal Bey’in baldızının kızıdır.Hiç kimse hakkında kötü düşünmeyen bu genç hanım kardeşinin iyiliği için her şeyi göze almıştır.Hüsnü Paşa,Handan’a layık olmayan para ve kadın düşkünü sert bir yapıya sahip birisidir.Nazım,sanatı her yönüyle bilen ayrıca felsefe gibi hayatı açıklayan dallar üzerine bilgiye sahip kültürlü bir aşk kurbanıdır.Ve Handan,fazla şey söylemeye gerek yok,güzel gözleri, saçları ve bilgisiyle herkesin sevgisini kazanan bir genç kızdır.



    5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Bu kitapta da Halide Edip’in her kitabında olduğu gibi yine üstün yeteneklere sahip bir kadın karakter ön plandadır.Romanın çok akıcı bir konusu olmasına rağmen araya sokulan çok derin yer ve şahıs tahlilleri bence akıcılığı bozmuştur.Ayrıca olayların çok derinliğine girmeyerek su yüzünde bırakılması ve karşılıklı mektuplar romanda bazı kopukluklara neden olmuştur.Ama bu eksiklere rağmen güzel bir roman olduğu açık.Küçük bir aşk yaşayan bir insanın bile okuması gereken bir kitap.



    6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:



    Halide Edip Adıvar(İstanbul 1882-İstanbul 1964)



    Halide Edip Adıvar Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin tanınmış edebiyatçılarındandır.Amerikan Kız Kolejini bitiren ilk Türk kızıdır.Devamlı olarak terbiye ve okullar konusunda yazılar yazdığı için, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Kız Öğretmen Okulu pedagoji öğretmeni olur.1917’de ikinci eşi Dr.Adnan Adıvar’la evlenmiş ve Mütareke yıllarında İstanbul’daki vatanseverlerle birlikte çalışmıştır. 1924’te kocasıyla Türkiye’den ayrılır.Önce İngiltere’de,daha sonra Paris’te yaşarlar. 1939’da İstanbul’a dönen Halide Edip1950-1954 yılları arası İzmir milletvekili olarak T.B.M.M.’ne girmiş ve 9 Ocak 1964 tarihinde vefat etmiştir.





    3312 ERGUN ÇOBAN 57.KISIM




  12. KİTAP ÖZET FORMU







    KİTABIN ADI :Yemin



    KİTABIN YAZARI :F.DÜRRENMATT



    KİTABIN YAYIN EVİ :İnkılap yayın evi



    KİTABIN BASIM YILI :1990







    KİTABIN KONUSU





    Bir kurumun davetlisi olarak cinayet romanı yazma sanatı sanatı üzerine konferans vermek için çağrılan bir yazarın, orada eski bir polis şefiyle tanışması ve ondan bizzat yaşadığı bir olayı ayrıntılarıyla dinlemesi.





    KİTABIN ÖZETİ





    Yazar Chur şehrinde konferansını tamamladıktan sonra o gece kalmak için kendisine ayrılmış otele gider ve bir bardak viski içmek için otelin barına iner.Orada vakit geçirirken Doktor ‘H’adında Zürih kantonu eski bir güvenlik şefi ile tanışır.Dr ‘H’ yazarı Zürih’e davet eder,yazar buraları iyi bilmediği ve yorgun olduğu için daveti kabul eder.Yolda giderlerken bir benzin istasyonunun önünde dururlar. Orada her yer berbat bir haldedir.İstasyonun önünde üstü pislik içinde, dünyadan bıkmış yaşlı bir adamın oturduğunu görürler ve ‘’Bekliyorum, bekliyorum;gelecek,gelecek’’ dediğini işitirler.Yazar gördüğü manzaralar karşısında çok şaşırır ve bunun üstüne eski komiser gördükleri o yaşlı adamın bir zamanlar onunn en değerli komiserlerinden Matthaei oldoğunu söyler.Dr ‘H’ Matthaei’nin nedeen bu hale düştüğünü ,başından geçen olayları anlat maya başlar:Matthaei teşkilatın en güvenilir, gözü pek, kçötü alışkanlığı olmayan bir adamıdır.Matthaei yeni bir görev için Ürdün’e gitmeye hazırlanırken Zürih civarındaki Magendorf köyünde ormanın içinde Gritli Moser adında küçük bir kızın öldürüldüğü ihbarını alır veZürih’e gitmekyen vazgeçer.Yapılan araştırmada kızın cebinde diken şeklinde çikolatalar bulunur ve cinayetten önce kızın bunlardan yediği anlaşılır.Cinayet ihbarını, Von Gunten adında bir işportacı, cinayet yerinde satış yaparken vermiştir.Von Gunten daha önce sabıkalı olduğu için onu cinayetle suçlarlar ve tutuklarlar.Von Gunten soruşturmalara dayanamayarak suçu kabul edip ardından intihar eder.Herkes katilin Von Gunten olduğuna ve cezasını çektiğine inanır.Ancak Matthaei Von Gunten ile daha önce konuştuğu için onun öldürmediğini bilmektedir.Gritli öldükten hemen sonra annesi Matthaei’nin yakasını tutarak ‘’Kızımın katilini bulacaksın bana söz ver,’Yemin et’ tamam mı’’ der ve Matthaei’de katili bulacağına namusu üzerine yemin eder.Matthaei katili bulup yeminini tutmak için küçük bir kız çocuğu evlatlık edinir ve bir benzin istasyonunda çalışır.Matthaei katilin eninde sonunda bu istasyondan geçeceğini ve küçük kıza karşı olan hareketlerinden kendini belli edeceğini düşünür.Kızı, okula gelip giderken izler;ancak bir ip ucu bulamaz.Dr’H’ senelerden sonra, küçük kızları öldüren katilin bir kazaya uğrayıp öldüğünü öğrenir.Matthaei artık ihtiyarlamıştır,hiçbir söylenene kulak vermez, kimseyi dinlemez.O, katili bulacağım diye yemin ettiği için hatatının sonuna kadar istastonda katilin geçmesini bekler….









    KİTABIN ANA FİKRİ





    Bir görevi üstlenmiş isek onu en iyi şekilde yerine getirmemiz gerekir.Bir işe başlamışsak sonuna kadar gitmeliyiz ve ettiğimiz yeminleri tutmalıyız.





    KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ





    Matthaei : Dürüst, sözünde duran,cesur, güvenilir,gözü pek bir kişidir.Görevini en iyi şekilde yerine getirir.



    Doktor ‘H’ : Akıllı, otoriter,işini seven, açık sözlü ve güçlü bir kişi.



    Von Gunten : İçine kapanık,kimseye zarar vermeyen,gururlu,çalışkan ve haksızlığa dayanamayan bir kişi



    Yazar : Kitaplarını olağan üstü beceri ile yazan, başarılı, çalışkan, uğraş veren cesur biri.





    KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER





    Kitap çeviri olmasına rağmen orijinal bir şekilde işlenmiştir. Son derece akıcı ve etkileyicidir. Eserdeki olaylar günlük hayattada yaşanabilir.Yazar sade,anlaşılır bir üslup kullanmıştır.



    YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ





    HAZIRLAYANIN



    İMZASI :



    ADI SOYADI :Ali GÖÇER



    APOLET NO :3132



    KISMI :53



    TARİH :17.05.2002




  13. KİTAP ÖZET FORMU





    ÖZET:



    Mülkiye memurluğundan emekli olan Dehri Efendi; fen ve edebiyata meraklı , Fransızca’ya vakıf, son derece sert bir aile reisidir. Aile efradı hakkında muharrir, şu bilgiyi vermektedir:





    Dehri Efendi’nin ilk hareminden bir kızıyla, bir oğlu olmuştur. Melahat Hanımla, Şem’i Bey birinci zevcesinin vefatından sonra tutduğu genç bir odalık da Nezahat Hanım’la Vahib Bey’i dünyaya getirmişti. Yirmibeş yaşına kadar bulunan ilk kerimesi Melahat Hanım kocada, onsekiz yaşındaki büyük mahdumu da leyli mekteplerden birinde bulunduğundan Mürebbiye Anjel, küçüklerin,yani Nezahat Hanım’la,Vahip Bey’in tedris ve terbiyeleri için tutulmuştu. Dehri Efendi’nin, kendinden onsekiz, yirmi yaş kadar küçük bir biraderi vardı.





    Kızı Melahat’ı Sadri Efendi adında fakir bir gençle evlendiren Dehri Efendi, damadını evine iç güveysi olrak alır.





    Yegane söz sahibi Efendi’nin olduğu kadar bu konakta, tam bir ”pederşahi-Patrical” aile sistemi hüküm sürmektedir.





    Dehri Efedi tarafından, “asil bir Mürebbiye “ zannedilen, aslında ise, “son derece aşağılık bir fahişe”olan Anjel; “fuhuştan bir müddet vücud ve zihin dinlendirmeye azm eylediği halde, ailesi içinde genç, ihtiyar birkaç erkek görür görmez azminden kudurur” . Böylece konakta Şem’i’yi,sadri’yi, ve Amca bey’i baştan çıkarır. Üç aşık birbirlerine düşerler.





    Dehri Efendi, Amca Bey ile Şem’i’yi harem dairesine girmesini yasaklar. Bu durumda, haremde kalan Damat Sadri’ye gün doğmuştur. Şem’i, Anjel ile geceleri buluştuğuna inandığı Sadri’yi öldürmeye ve böylece intikamını almaya, karar verir. Bir gece elindeki hançerle Mürebbiye’nin odasına aniden girer:





    “Eğer bağırırsan bu hançeri ğöğsünde bil... Birkaç dakika önce burada biri vardı. Nereye sakladın? Söyle!.. diye bağırarak, odanın içinde bir iki döner. Aynalı dolapla karşı karşıya gelince :





    “Bunun içinde erkek var. Sen anahtarı vermezsen, ben de tekmemle kıracağım... der. Tekmesini kaldırdığı sırada korkan Anjel , “gecelik gömleğinin sol tarafındaki ufacık dantelli cebinden” küçük bir anahtar çıkarıp, odanın ortasına fırlatır. Daha sonra:





    “Şem’i açma... Açma sonra çok pişman olacak... “ şeklinde yalvaran Mnürebbiye, yere serilip bayılır.





    Anahtarı alan Şem’i, düşmanı dolaptan kaçırmadan ilk hamlede öldürmek için bir eliyle hançeri kaldırır. Hazır olarak öylece tutar. “Nazarına çarpan ilk manzaradan bu defa hakikaten çıldırmış gibi geriye fırlayarak:





    Ah... Efendi Babam!!!.. feryadıyla, elinden hançer bir tarafa, kendi de öbür tarafa düşer, bayılır.





    ROMANIN ŞAHISLARI:





    ANJEL: Mazisi son derece karanlık olan Parisli bir fahişe iken namuslu, iffetli mürebbiye olmayı başarmıştır. İki yüzlüdür.





    DEHRİ EFENDİ: Altmışbeş, yetmiş yaşlarında babasından kalan mirası iyi değrlendiren zengin bir kişidir.





    ŞEM’İ BEY: Onsekiz, ondokuz yaşlarında ve boyu, bosu yerinde gerizekalı bir tiptir.





    SADRİ BEY: Dehri Efendi’nin damadı veMelahat Hanım’ın kocası olan fakir, saf, terbiyeli bir tiptir.





    AMCA BEY: Dehri Efendi’nin kendisinden 18-20 yaş kadar küçük birideri olan Amca Bey’in ismi aile tarafından da bilinmemektedir















    HAZIRLAYANIN;





    ADI : AMERİLDO





    SOYADI : GYOMEMA





    AP. NO. : 2527





    YAZARIN ADI, SOYADI: HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR






  14. ADI-SOYADI : MUSTAFA GÜNEŞ KISIM-APOLET NO : 78-4118 KİTABIN ADI : GÜNEY DOĞUDAN ÖYKÜLER ÖĞ.ELEMANI : SÜER EKER (ÖĞ.YRD DOÇ. Bnb)







    KİTABIN ADI Güneydoğu'dan Öyküler 1 KİTABIN YAZARI Hakan EVRENSEL YAYINEVİ VE ADRESİ Ümit Yayıncılık Ltd.Şti.Konur Sok.27 / Kızılay BASIM TARİHİ MART 1999







    KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:



    Hakan Evrensel askerlik mesleğini seçmesini sebebini şöyle açıklar: “Yapacağım mesleğin en zoru olmasını seçmemden sonra, mademki en zorunu seçtim o zaman piyade olayım.” der veGünüydoğu’ya görevi gereği ve kendisinin de çok büyük isteğiyle yollanır. Emekliye ayrılmasını mütakip, gazeteciliğe başlar ve başından geçen acı tecrübeleri yazmaya koyulur.



    KİTABIN ÖZETİ :





    GÜNEYDOĞU



    Adından da anlşılacağı üzere Kitabın bu bölümünde Güneydoğu Anadolu bölgesinde görev yapan bir subayla yapılan söyleşi anlatılmaktadır. Bu söyleşide ismi geçmeyen subay anılarını anlatırken belkide bütün söyleşi boyunca anlatılmak isteneni bir cümle ile özetlemektedir. Cümlesinde "ÇATIŞMA BİR ADAMIN BAŞININ ÜSTÜNDEN MERMİ GEÇMESİ DEMEKTİR." Sözü ile çatışmanın ehemmiyetini diğer bir cümlesinde ise "BELKİ ANLATABİLİRİM AMA TAHAYYÜL EDEMEZSİNİZ. BUNDA SİZİN YA DA BENİM SUÇUM YOK. YAŞAMAYAN BİLMEZ."Sözleri ile de oradaki çalışma kurallarını, moral durumunu bütün bunları da içine alan askerlik sanatının gerçeklerini özetlemektedir.



    Yazara askerler hakkında neler söyleyebileceği sorulduğunda şunları söylemektedir. "Her halde dünyanın hiçbir ordusunda askere giden adamı düğüne gider gibi davul ve zurna ile uğurlamazlar. Bakın; bize gelen çocukların çoğunun elleri kınalıdır. Bunun sebebi ise şudur; Anadoluda kına üç şeye yakılır; Allah'a kurban olsun diye koyuna, kocasına kurban olsun diye geline ve vatana kurbana olsun diye askere giden gençlere..."



    ÇİFT ÇORAP



    Bu bölümde Güneydoğuda görev yapan askeri birliklerden her hangi birinde bir



    timin yanında bulunan herkesin sevdiği, tim içerisinde maskot haline gelen bir köpeğin yaptıkları anlatılmaktadır. Köpek dört ayağının patilerinin beyazlığı yüzünden çift çorap adını almıştır. Köpek, herhangi bir eğitim almamasına rağmen birlikle beraber operasyona gider, operasyon-larda bir ciddiyet içerisinde askerlerin en önünde ve sessizce hareket ederdi. Bir dereden geçmek gerektiğinde önce çift çorap geçer o kısa bir araştırmadan sonra en sığ yerini bulur, timler de onun geçtiği yerden giderdi. Gece baskınlarına karşı nöbetçileri uyarır, yaptığı hareketlerle sanki tehlikenin yakınında olduğunu haber verirdi.



    TIRMANMA



    Tim komutanı 5-6 saatlik mesafedeki bir tepede bulunan birliğe telsiz jeneratörlerini çalıştırabilmek için mazot ve orada bulunan personele erzak götürmekle görevlidir. Birliğin önünde yürürken köy korucusu mazot tenekesini taşıyan eşek, erzak taşıyan katırlar bulunmaktadır. Birliğini birerli kol halinde ve birbiri arkasından el yardımı ile ve sırt çantalarından tutunarak intikal ettirmeye çalışmaktadır. İntikal esnasında eşek 20-30 m.lik bir yardan aşağı yuvarlanır, eşek orada ölür. Eşeğin taşıdığı mazot tenekelerini yardan yukarı orada hazır bulunan korucu ve erler tarafından sırtlanarak yukarı çıkartılması ve görev yerine götürülmesi anlatılmaktadır.



    ANIT



    Kitapta hiçbir birliğin, karakolun, köyün, mezranın, kişilerin isim ve sıfatı verilmemektedir. Bahse konu olan karakolda baskın esnasında bir er karakolun önünde bir kaya parçası üzerinde şehit olmuştur. Birlik personeli o taşı oradan alarak altına başka taşlarla doldurup bir anıt haline getirmişler, üzerine kırmızı boyalarla Türk bayrağı şeklinde resim yapmışlardır. Anıtı yapanda Erzurumlu dadaş bir askerdir. Anıtı yaparken hiç konuşmamış, hep bir şeyler mırıldanmıştır. Personelin moral ve motivasyonunu düzeltmek için anıt bir merasim töreniyle açılmıştır. Açılış gününü takip eden birkaç gün içinde anıtı yapan, yaparken de hiç gülmeyen dadaşın bu anıtın yanında şehit düştüğü ve birlik komutanının bir daha hiç anıt yaptırmadığı anlatılmaktadır.



    GÖREV



    Bu bölümde bir tim komutanının timini göreve hazırlarken nelere dikkat ettiği anlatılmaktadır. Birlik komutanı birliğini motive edebilmek için en önde ve tüm zorluklara rağmen yağmur çamur, sıcak soğuk, gece gündüz demeden teçhizatını kuşanarak PKK'ya ve doğa şartlarına karşı verdiği mücadele anlatılmaktadır. Birliğini hazırlarken personelin üzerindeki mataraların plastikten ses yapmayan malzemeden olmasına, personel üzerindeki künye, kimlik vb. malzemelerin teröristlerin eline geçtiğinde aleyhimize kullanabileceği her hangi bir belgenin dahi olmaması gerektiğine dikkat ederek birliğe görev emrini verir ve ilk adımını attığında kaç kişiyle göreve çıkıp kaç kişiyle geri dönebileceğini düşünmekten kendisini alamadığı anlatılmaktadır.



    AYAKLAR



    Bu bölümde bir askerin en önemli organının ayakları olduğu anlatılmaktadır. Bütün operasyonlarda insanları taşıyan tek organdır. Onlar için silahtan bile önemlidir. Çünkü ayaklar olmasa hiçbir yere intikal edilemez, hiçbir intikalden de geri dönülemez. Bu bölümde istihkak olarak dağıtılan askeri botların nedenli sorun yarattığı ince bir mizahla anlatılmaktadır. Yabancı ülkelerde üretilen bazı botların nedenli sağlam oldukları, anti personel mayınlardan bile ayakları koruyabildiği, kendilerinde de bu vb. teçhizatın olmasının faydalı olacağı anlatılmaktadır.



    MAYIN



    Bu bölümde anlatılan, operasyon esnasında Kuzey Irak sınırındaki yamaç üzerinde birlik hareket halinde iken bir erin anti personel mayınına basarak ayağından yaralanması anlatılmaktadır. Ayrıca yaralı askeri almaya gelen helikopter pilotunun yoğun ateşe maruz kalmasına rağmen bir kaya parçasının üzerine inmeye çalışması birlik komutanına yaralıyı almadan oradan havalanmayacağını, tim komutanı ve askerlerin yoğun ateşe karşı yaralı askeri helikoptere taşımaları , helikopterin mayınlı bölgede inecek yeri olmadığı için askeri kollarından sallayarak helikopterin içine atmaları ve yaralı askerin ayak parmaklarındaki tarak kemiğinden yaralanmasına rağmen damarlarında oluşan hava baloncuğunun kalbine ulaşması sonucu Şehit olması anlatılmaktadır.



    ÇATIŞMA



    Bu bölümde yeri ve bölgesi belirtilmeyen bir yerde PKK'lı teröristler ile girilen bir çatışma anı anlatılmaktadır. Bir tepede teröristlerle sıcak temas sağlanmış, teröristler birliklerin üzerine RPG-7 roketatar ve kalaşnikof tüfekleriyle ateş ettiği, Mehmetçikte ellerinde bulunan G-3 piyade tüfeği ile gelen ateşe karşılık verdiği, bu esnada F-16 uçakları ve COBRA helikopterlerinin bölgeye ulaştıklarının görüldüğü, F-16 uçakların attığı bombalar sıcak temasta çok yakında bulunan birliği de ses ve blanst etkisiyle etkilediği, hatta atılan bombadan sonra oluşan toz bulutunun mantar şeklini aldığını ve toz bulutunun dağılmasının yarım saat sürdüğünü bunun da teröristleri gözden kaçırmaya sebep olduğunu, bu esnada mevzide bulunan iki erin Kanas silahı ile ağır yaralandığını, bunları gören iki er onları geriye çekebilmek için sürünerek yaralı askerlerin bulunduğu tepeye ulaşmak istediği, teröristler tekrar Kanasla ateş ederek bu iki eri de vurduğu anlatılmaktadır. Ayrıca genç bir subay memleketine izine gider. İzninin ikinci gününde eşiyle birlikte Ankara Kızılay meydanında dolaşan genç subay bir anda patlama sesiyleyere atlar. Yattığı yerden bu sesin havan mı roket mi, havanın ve roketin ilk patlama anımı yoksa düştüğü anımı diye düşünürken baş ucunda dizleri üzerine çökük omuzundan kendisini şefkatle ve göz yaşları içinde kaldırmaya çalışan eşini görür ve o an patlamanın bir araba egzosunun sesi olduğunu anlar.







    TÖREN



    Bir Tabur Komutanının Şehit olan bir askerinin cenazesini memleketine ötürüp ailesine teslim etmesi için genç bir subaya emir vermesi ve bu subay'ın bu zor görevi kendisine vermemesi için tabur komutanını ikna etmeye çalışması, kendisini en ağır görevlere hatta tek başına operasyona bile gitmeye razı olduğunu söyler. Ancak emri alır ve şehit er'in cenazesini alarak yola çıkar. Bu



    görevin zor da olsa yerine getirildiği anlatılmaktadır.





    YER VE KİŞİLERİN TAHLİLİ:





    Kitabın büyük çoğunluğu Güneydoğu’da geçiyor. Daha çok bu bölgenin coğrafi yapısının bir ekisi olarak yazarımızın asker olması nedeniyle olaylar arazide cereyan ediyor. Dağlar, tepeler, karakollardan bir de bakmışınız ki kendinizi Ankara’nın göbeğinde buluvermişiniz. Büyük oranda çatışmalar içeren kitap insanı oralara götürmekle kalmıyor, aynı zamanda insanı buralardan soğutuyor.



    Kişiler kendi birliğine ait olan insanlar, ancak az da olsa sivil insanlar ve teröristlerden de bahsedilmiş. Onların fiziki ve ruhsal durumunu çok iyi açıklayan yazarımız genelde bu kişilerin ruhsal potresinde başarılı.





    KİTABIN ANAFİKRİ VE DÜŞÜNCELERİM





    Kitap ülkemizin başlıca sorunlarından birine bizim göremediğimiz açıdan bakmış. Çoğulukla insanın gözlreini dolduracak nitelikteki kitabımız, yazım dili veye akıcılığı açısından çok iyi düzeyde değil. Ancak yazar bunu yazarken bu amaçta olmadığı da belli. Kitabı ilk aldığımda gelen tepkilere göre de kitaptan etkileneceğim açıktı. Zaten bu kitabı okuyanların da bu kitabı sanatsal niteliği açısından okumadığı biliniyor. Özllikle de gelezek için hazırlanan subaylar olarak bizlere hayata hazırlanmamızın önemini kavratabilecek kadar önemli bir yapıt.




  15. KİTAP ÖZET FORMU





    KİTABIN ADI YEŞİL GECE KİTABIN YAZARI REŞAT NURİ GÜNTEKİN YAYIN EVİ VE ADRESİ İNKILAP YAYIN EVİ /SİRKECİ 34410 İSTANBUL BASIM YILI 2000



    1.KİTABIN KONUSU :Medresede yetişen, ancak sonra öğretmen okulunu bitirerek Ege Bölgesi’ndeki bir kasabada , gerici ve çıkarcı bir takım güçlerle savaşan idealist bir gencin serüveni.





    2. KİTABIN ÖZETİ : Şahin Efendi Milli Eğitim Bakanlığı’na gider ve tayininin İstanbul dışında bir yere çıkartılmasını ister. Müdür de bunu seve seve kabul eder. Çünkü kimse Anadolu’ya gitmek istememektedir. Ama Şahin Efendi



    orada yararlı işler yapacağı inancındadır . Tayini İzmir Sarıova’ya çıkmıştır. Giderken gözünü açtığı Somuncuoğlu Medresesi’ne ; Zeynel Hocayı, Boyabatlı Halil Hocayı ziyarete gider. Ziyaretten sonra Sarıova’ya gitmek üzere yola çıkar.Sarıova’ya geldiğinde diğer Anadolu gezintileri gibi sefalet ve geri kalmışlıkla karşılaşır.Sarıova’ya iner inmez tanışma töreni yapıldı . Bu tanışma töreninde okul müdürü ile yapmak istediği inkılabı konuştu . Önceleri bunu hoş karşılamadı okul müdürü . Çünkü Şahin Efendinin sarığı bırakıp fes giydini biliyordu . İlk işi binaya çeki düzen vermekti . Bina okuldan çok viraneye benziyordu. Kasabada Necip isimli bir mühendis vardır . Okul tamiri konusunda Necip Beyin yardımları alınacaktı . Bu virane yıkılacaktı . Yıkım kararı çıkınca Sarıova halkında bir hareketlenme oldu .



    Bir grup sarıklı , bağnaz grup buna izin vermek istemedi . Fakat bir gece bu medrese yıkıldı ve inşaata başlandı.Şahin Efendi beş altı ay gizli gizli faaliyetlerini sürdürdü bu arada karşısına hurafi inançlılar çıkıyordu . Üsküplü Muallim,Zühtü Efendi ile mücadele etmek zorunda kaldı.En büyük mücadelesini Hacı Emin Efendi ile yaptı .Sebep Küçük Bedri’nin hafız olma isteğinin Şahin Bey tarafından geri çevrilmesiydi . Bedri’nin ağabeyi hafızlık okulunda yediği dayaklardan dolayı ölmüştü. Bedri’nin anneside onun hafız olmasını istemiyor Şahin Beyi destekliyordu .Ancak Hacı Emin Efendi boş durmuyor Şahin Bey hakkında olmadık dedikodular çıkarıyordu . Emin Dede mektebinin öğrencileri gün geçtikçe azalıyordu.Şahin Bey yeşil geceye karşı olan savaşını kaybettiğini düşündüğü anda Kurtuluş Savaşı çıktı.O da Sarıova’da kalarak Atatürk Devriminin çoşkulu havası içinde inkılaplarını geliştirmeye devam etti .



    3.KİTABIN ANA FİKRİ : İdealist olduğumuz konularda idealimizden ne kadar uzak olursak olalım vazgeçmemeliyiz .





    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:



    Şahin Efendi : Yeşil geceye karşı amansız mücadele veren idealist bir öğretmen .



    Zeynel Hoca : Şahin Efendinin medreseden hocası .



    Boyabatlı Halil Hoca : Şahin Efendinin tatlı anılarının olduğu hocası .



    Deli Necip : Şahin Efendiye mücadelesinde yardımcı olan mühendis .



    Üsküplü Muallim : Medrese yanlısı bir hoca



    Zühtü Efendi : Hurafi inançlarla dolu bir vatandaş



    Hacı Emin Efendi :Küçük Bedri ‘ nin olayını çarptırarak ahaliyi Şahin Beye



    karşı kışkırtan bir vatandaş .



    Küçük Bedri : Hayatın ne olduğunu bilmeden okuldan kaçma hevesi ile hafız olmaya karar veren saf bir çocuk .





    5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Atatürk Devrimi ‘ nin o coşkulu havası içinde çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta , toplumumuzun o günkü bütün büyük soruları , yürekli biçimde tartışılıyor . Biz subay adaylarının okuması gereken kitaplardan biridir .





    6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:



    1889’da İstanbul’da doğdu. Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi .Liselerde öğretmenlik, müdürlük , Milli Eğitim müfettişliği , Paris Kültür Ateşeliği yaptı . UNESCO ‘ da Türkiye ‘ yi temsil etti . Romanları , hikayeleri , tiyatro eserlerinin yanı sıra çeşitli çevirileri de vardır .





    HAZIRLAYANIN :





    İMZASI :



    ADI VE SOYADI : Kazım BURAN



    APOLET NO : 4516



    KISMI : 86






  16. Kitabın Yazarı : Recaizade Mahmut EKREM





    Yayın Evi – Adresi : İnkılap Kitabevi – Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ankara Cad. 95, İSTANBUL





    Basım Yılı : ----





    Kitabın Fiyatı : 4.500.000 TL





    Sayfa Sayısı : 240





    Kitabın Konusu : Bir görüşte aşık olan Fransız hayranı savurgan bir şahsın, kendi kendine gelin-güvey olarak yaşadıklarını anlatmaktadır.









    Kitabın Özeti



    Kitabın Anafikri



    Kitaptaki Şahısların Değerlendirilmesi



    Kitap Hakkında Şahsi Görüşler



    Yazar Hakkında Kısa Bilgi







    KİTABIN ÖZETİ :



    Bihruz Bey zamanındaki İstanbul’da yaşayan, pek şık giyinmesini seven ve validesinin yardımıyla geçinen, kibirli ve kendini dekolte gören, genç bir beydir. Her yıl olduğu gibi, baharın gelmesiyle Bihruz Bey’in de içi hoş olur ve sık sık gezintilere çıkar. Bir gün gelir ve lando diye tabir edilen ve bir o kadar da şık olan sarı renkli at arabasına biner. Arabasından indiğinde güzel bir lando daha gelir ve içerisinden iki hanım iner. Biri Periveş adında güzel, yirmi yaşlarında, sarışın bir hanım ve diğeride Bihruz Bey’in sarışın hanımın hizmetkarı sandığı yaşlıca bir kadındır. Bihruz Bey, blond diye tabir ettiği sarışın hanıma gönlünü kaptırır. Bu hanımların arakalarından yürür ve hanımların bu yere bir sonraki Cuma geleceklerini öğrense de gelecekleri saati öğrenmek nasip olmaz. Bir anda Keyfi Bey’in çıkması ile Periveş hanım hızlıca kaçar ve Bihruz Bey her ne kadar takip etmeye çalışsa da izini kaybeder. O günden sonra bu sarışın güzel, Bihruz Bey’in aklından hiç çıkmaz.



    Bihruz Bey sarışın hanım için bir mektup ve alıntı bir şiir yazıp, gönderir. Fakat daha sonra şiirde anlamını bilmediği bir sözcüğün, ona değil de sarışın yerine esmere hitap ettiğini öğrenince kahrolur. Bu sırada borçlarının kabarması üzerine paraya ihtiyaç duymaktatır. Bu yüzden köşkü satmayı düşünse de validesi buna izin vermemektedir. Keyfi Bey ile konuşurken Keyfi Bey’in yalandan söylediği sarışın güzelin (blondun) öldüğü haberini alır. Bunun üzerine Bihruz Bey sanki çok büyük bir aşk yaşamışlar gibi kendini kahreder, günlerce ağlar.



    Daha yeni kendine geldiği anda dışarı gezintiye çıkmıştır. Üsküdar vapuruna yaklaşır fakat onu kaçırır. Vapur henüz iskeleden ayrıldığı anda Periveş hanımın vapurda oturduğunu görür. Bir anda büyük bir heyecana kapılır ve sevinçten gözleri ışıldar. Keyfi Bey’in yalanını suratına çarpmak hevesiyle Keyfi Bey’in yanına gider fakat Keyfi Bey ikinci bir yalanla o gördüğü kişinin Periveş hanım olmadığını ve ona çok benzeyen bir çalışanı olduğunu söyler. Bunu üzerine Bihruz Bey tekrar yıkılır. Bu esnada alıcaklılar Bihruz Bey’i sıkıştırmaktadır.



    Bihruz Bey’in arabacısı olan Andon bir gün Bihruz Bey’in emri üzerine onu bekler ve Bihruz Bey’in geri dönmemesi üzerine köşke doğru yola koyulur. Bu esnada arabayı çizdirerek ufak bir kaza yapar. Bundan Bihruz Bey’in haberi olmadan kurtulmak amacıyla arabayı tamir fabrikasına götürür. Fabrikasında Bihruz Bey’in arabasını gören Kondaraki, onca uyarılara rağmen Bihruz Bey’in borcunu ödememesi üzerine arabaya ve hayvanlara el koyar. Bunun üzerine Andon çaresiz köşke gider ve olanları Bihruz Bey’e anlatınca işten kovulur. Kondaraki daha sonra Bihruz Bey’e nisbet olurcasına Andon’u işe alır.



    Bihruz Bey validesinin isteği üzerine İstanbul’dan ayrılmayı düşünürken bir yıl daha burda geçirmeye karar verir. Bu esnada Müsyü Piyer ara sıra gelmekte ve beraber çalışmaktadırlar. Bir gün Bihruz Bey çarşıda gezerken o sarışını tekrar görür ve blondunun çalışanı olarak sandığından aşık olduğu sarışın kadının mezarını öğrenmek maksadıyla hanımın peşine koyulur. Ara bir sokaktan geçerken nazik bir şekilde durumu izah eder. Sonra da aşık olduğu o sarışın hanımın aslında o çalışan kadın olduğunu ve o gün geldikleri güzel arabayı kiraladıklarını diyer bir tabir ile zengin olmadıklarını öğrenir. Bunun üzerine yalan aşkından dolayı Bihruz Bey bir daha yıkılır. Sarışın hanım da alay ederek yoluna devam eder.





    2- KİTABIN ANAFİKRİ :



    Bu eserden dış görünüşün insanı yanıltabileceği ve dış görünüşe fazla aldanılmaması gerektiği yargısı çıkarılmaktadır. Bunun yanında insanın olayları kendi istediği gibi agılamayıp gerçeği görmesinin gerektiği, o zamanlarda görülen ve yabancı hayranlığından kaynaklanan Fransızca ile karışık bir dil kullanma durumunun kişilerin anlaşmasında zorluklar yarattığı ve önyargılı davranışların insanı ne derece hataya sürüklediği anlatılmaktadır.





    3- KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :



    Bihruz Bey: Şık görünmeyi seven, valide parasını yiyen tutarsız ve savurgan bir gençtir. İnsanların dış görünümüne önem verir. Kendi kendine gelin ve güvey olur. Olayları işine geldiği şekilde algılar. Umursamaz ve düşüncesiz bir karaktere sahiptir. Gittiği heryerde tanıştığı her insanla Fransızca konuşarak tiraj yapmaya çalışır.



    Periveş Hanım (blond): Bihruz Beyin zengin bir hanım sanıp, gönlünü kaptırdığı kişidir. Gerçekte zengin değildir. Alaycı bir karaktere sahiptir. Sarışın, yirmi yaşlarında, orta boylu ve güzel bir kızdır.



    Keşfi Bey: Bihruz Bey’e yalan söylemiştir. Şakacı bir yapısı vardır.



    Mişel: Bihruz Bey’in hizmetkarıdır. Her zaman kibar görünür ve Bihruz Bey gibi Fransızca ile karışık bir dil konuşur.



    Andon: Bihruz Bey’in arabacısıdır. Bihruz Bey’in sarı renkli şık arabasını verilen emirler doğrultusunda kullanır. Bihruz Bey’den oldukça korkar.



    Müsyü Piyer: Bihruz Bey’e öğretmenlik yapan, ona kitaplar getirip, okuyan orta halli bir profesördür. Geçimini biraz da Bihruz Bey’in yardımıyla sağlar.



    Kondaraki: Araba tamir fabrikasının müdürüdür. Bihruz Bey’in arabasını pek beyenmiş ve göz koymuştur.





    4- KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:



    Kitap yazılan ilk realist roman olmasına rağmen okuyucuyu dili yönünden zorlamaktadır. Kitapta yabancı hayranlığı, dış görünüşe önem verme, maddiyatçılık, önyargılı davranma vb. gibi toplumda o zamanlarda sık görünen sorunlar ele alınmıştır.





    5- YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ :



    Recaizade Mahmut EKREM; “Araba Sevdası” romanıyla Türk roman tarihimizde, romantizmden realizme geçen ilk romancımız ünvanını kazanır. Tanzimat edebiyatımızın en önemli şairleri ve yazarları arasındadır. İsatnbul’da Vaniköy’de doğdu (1 Mart 1847), Takvimhane Nazırı Recai Efendinin oğludur. İlk öğrenmini, zamanın bilim ve sanat adamlarından olan, babasından aldı. Beyzıt Rüştüyesi’nde Harbiye İdadisi’nde okudu. Hariciye nezareti Mektubi Kalemine memur olarak girdi (1862). Fransızcasını iyice geliştirdi. Namık Kemal’le tanıştı; eski şiirden vazgeçip Batı edebiyatına yöneldi. “Tasvir-i Efkar” gazetesine yazmıya başladı. Namık Kemal Avrupa’ya kaçarken gazatenin idaresini ona bıraktı (1867). Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu (1877); Mekteb-i Mülkiye’de, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) de edebiyat öğretmenliği yaptı (1880-1887) ve Maarif Nazırlığında bulundu (1908). Ayan Meclisi’ne (Senatoya) seçildikten bir süre sonra öldü (31 Ocak); vasiyeti üzerine, Küçüksu’da oğlu Nijad’ın yanına gömüldü (1914).



    Reacaizade Mahmut Ekrem; şiir, eleştiri, hatıra, çeviri, inceleme, hikaye, roman, tiyatro alanında 25’i aşkın eser vermiştir. En tanınmışları: Afife Anjelik (piyes, 1870); Yadigar-ı Şebap (Gençlik Hatırası, şiirler, 1872); Atala (çeviri roman, 1872); Vuslat-yahut-süreksiz Sevinç (piyes, 1875); Talim-I Edebiyat (edebiyat bilgileri, 1879); Zemzeme (şiirler, 3 cilt, 1882-85); Takdir-i “Elhan” (eleştiri, 1886); Muhsin Bey (hikaye, 1890); Pejmürde (şiirler, 1893); Şemsa (hikaye, 1893); Araba Sevdası (roman, 1896); Nijat Ekrem (mensur, manzum şiirler, anılar, 1911); Çok Bilen Çok Yanılır (piyes, 1914).